Covid 19 sürecinde AKPgillerin Ortaçağcı eğitim politikaları ve sonuçları üzerine bir değerlendirme

Covid 19 sürecinde AKPgillerin Ortaçağcı eğitim politikaları ve sonuçları üzerine bir değerlendirme

AKP’gillerin anasınıfından üniversitelere kadar eğitimin her kademesinde sürdürdüğü Ortaçağcı ideolojiye dayalı gerici ve özelleştirmeci politikaların yoğun baskısına maruz kalan eğitim sistemimiz; her geçen gün daha fazla çöküntüye uğruyor.

Türkiye’de  son 18 yıldır iktidar eliyle faşist din devleti yaratma adımlarında en büyük yarayı Milli Eğitim sistemimiz aldı. Arzuladıkları Ortaçağcı toplum düzenini oluşturmada kilit rolünü gerici eğitim politikaları üstlendi. Tam da bu nedenle Cumhuriyet kazanımlarının teker teker yok edilmesinde en büyük araçlardan biri olarak kullandıkları eğitim sistemini sürekli değiştirerek yapboz tahtasına çevirdiler. Tamamen rejim değişikliğine yönelik olarak atılan tüm bu adımların hiç biri tesadüfi olmadığı gibi bugün de Covid-19 salgını nedeniyle milyonlarca öğrenci, veli ve öğretmen AKP’giller tarafından sonu bilinmez bir sürece sürüklenmekte.

Salgını ilk günlerden beri yönetememe krizi yaşayan iktidar için sorunlar yumağına dönüşmüş Milli Eğitimde; bugün yaşananlar “eğitim politikalarının” bir kez daha iflas ettiği anlamını taşıyor. MEB’in baştan beri “kamusal eğitimle” arasındaki var olan mesafe, yürütemedikleri uzaktan eğitimle iki katına çıkmış durumda. Bu süreçte  yeterli alt yapı kurulamadığı için uzaktan eğitime erişemeyen, teknolojik araç gereci olmadığından bu eğitimden etkin bir şekilde yararlanamayan milyonlarca öğrenci AKP’nin eşitsizlik üreten politikalarının kurbanı oldu. Türkiye’de okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lisede örgün eğitim alan toplam 18 milyon 108 bin 860 öğrenciden sadece 7 milyon 383 bin 213’ü EBA’yı aktif olarak kullanabildi. Ekonomik nedenlerle ve MEB’in alt yapı eksikliğinden dolayı %70 ‘lik bir öğrenci dilimi ise uzaktan eğitimin uzağına düştü. Özel okullara tanınan ayrıcalıklar ile devlet okullarında okuyan öğrencilerin arasındaki uçurum bu dönemde  keskin bir şekilde açıldı. Ayrıca eğitimi gerici ideolojilerini topluma yayma aracı olarak gören siyasal dinciler için oluşturdukları EBA da bu amaçlarına açıktan hizmet etti. Hiçbir pedagojik ölçüt dikkate alınmadan ders aralarında ilahilerin dinletilmesi ya da kafa kesen IŞID ülküsünü benimsetecek görüntüler ile idam sahnesinin izletilmesi, AKP’nin çocuklarımızı vicdan yoksunu “dindar ve kindar nesil” bir nesil olarak yetiştirme politikalarının devamı oldu.

Eğitimdeki eşitsizliklerin yeniden üretilmesine araç olan uzaktan eğitim süreci, bu yönüyle öğrencilerin ve velilerin de hiçbir sorununa çözüm olamayıp milyonlarca öğrenciyi eğitim sürecinin dışına itti. Tüm bu sorunlar katlanarak devam ederken ve salgının ivmesi yükseliş göstermesine rağmen okulların açılış tarihi olarak 31 Ağustos’u işaret eden Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, okullarda her türlü senaryonun hazır olduğunu belirtmişti. Okulların açılması durumunu da, bilimsel yaklaşımdan uzak, günlük popülist politikalarına araç kılan AKPgiller,  9 Temmuz’da  eğitim bakanları  Selçuk ağzı ile şu açıklamayı yaptılar: “Verilere bakarız. Ağustos’un sonundaki Eylül’ün başındaki tabloya göre hareket ederiz. Denilirse ki “Bir süre daha açmayın, uzaktan eğitime devam edin,biz devam ederiz, hiç sorun yok”. Yani hep yaptıkları gibi bu konuda da dün söylediklerini  bugün yalanlamaktan çekinmediler.

Okulların kapandığı 16 Mart’tan bu yana kuramadıkları EBA (Eğitim Bilişim Ağı) ile doğru düzgün yapmayı bir türlü beceremedikleri LGS ve YKS sınavları yüzünden öğrencilerin hem psikolojileri hem de sağlıkları bozuldu. Bir de bunun üzerine sınav tarihlerini de turizm sezonunun zarar göreceği kaygısıyla öne çektiler. Sosyal mesafe olmaksızın öğrencilerin sınıflara doldurularak gerçekleştirilen bu sınavların ardından günlük vaka sayılarında dikkate değer bir artış gözlendi. Sınav tarihlerinde oynama yaparak gençlerin psikolojilerini daha baştan bozdukları yetmiyormuş gibi bulaş riskinin sürekli yükselişte olduğu bir dönemde salgın riskinin yükünü de  öğrencilerin sırtına yükleyen bir iktidardan daha tehlikeli ne olabilir ki! Bu zihniyetin 31 Ağustos’ta okulları açmaya yönelik gerçekçi ve yapıcı önlemler almayacağı kesin. Üstelik öğrencileri, velileri ve öğretmenleri yakından ilgilendiren böylesi önemli kararlarda  Bilim Kurulunun yanında eğitimin bileşenleri olarak akademiden, üniversitelerden, sendikalardan görüş alınması esasken Başkanlık Sistemi gereği “Şahsım Devletine” evrilmiş yönetim anlayışı ile son söz AKP’nin Reisine bırakılmış durumda.

Genlerinde gerici ve özelleştirme virüsü taşıyan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ile AKP’nin bilimsellikten ve halk sağlığından uzak Sağlık Bakanı Fahrettin Koca çocuklarımızın ve gençlerimizin sağlığını hiçe sayan politikaların icra memurları olarak hala ekranlardan yalan söylemeye devam ediyorlar.Tek yaptıkları sarayın sözcülüğünü yapmak.

Okullar Eylül’de açılmaya hazır mı?

Uzaktan eğitimle 19 Haziran’da sonlanan 2019-2020 Eğitim-Öğretim Yılının çözülemeyen bir çok sorunu, 31 Ağustos’ta tekrar açılması planlanan okullarda yeniden yaşanmaya devam edecek. MEB yayınladığı genelge ile okulların 31 Ağustos 2020 tarihinde açılıp 18 Haziran 2021 tarihinde kapanacağını duyurmasının ardından okullarda alınacak tedbirlerin nasıl olacağı ve salgına rağmen okulların hazır olup olmadığı konusunda kamuoyunda var olan endişe daha da arttı. Selçuk’un yaptığı “Her türlü senaryoya hazırız. Teknik alt yapı ve imkanımız fazlasıyla var” derken gerçekler öyle demiyor. MEB tarafından kamuoyuna açıklanan belgede, Eylül ayından itibaren okullarda alınacak tedbirlerden 4 m2’ye 1 öğrencinin ve personelin düşmesi planı ki bunun öğrenci mevcutlarının 40’ın üzerindeki okullarda karşılığı bulunmuyor. İstanbul’da Bağcılar ve Esenyurt ilçeleri ile Ankara’da Keçiören, Sincan gibi nüfusu çok olan ilçelerde sınıf mevcutları 40-50 arasında değişiyor. Bu sınıflarda sosyal mesafeyi sağlamak mümkün olamayacak. Çoğu lise tekrar ikili eğitime geçmişken bir de bu yıl liseye geçiş yapan öğrenci sayısında 600 bin artış olunca derslik sayısının azlığı da önemli bir sorun teşkil ediyor.

Öğrenciler 10 ya da 15 dk’lık teneffüslerde kantin ve tuvaletleri kullanırken yaşayacakları sorunlar da ortadayken MEB’in yaptığı açıklamalar kaygıları gidermeye yetmiyor.

MEB’nın toplumsal tansiyonu düşürmeye yönelik yaptığı biz hazırız,bize güvenin açıklamalarının yanı sıra Sağlık Bakanlığı da topu veliye attı.Bakanlık tarafından yayınlanan “Salgın Yönetimi ve Çalışma Rehberi”nde  okullarda oluşabilecek olumsuz durumlara ilişkin daha baştan veliye sorumluluk yüklenmesi tedbirleri almakla yükümlü idarenin ne kadar güvenilmez olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oldu.

Açıklanan önlem paketine göre; veliye taahhütname imzalatılarak tüm sorumluluk veliye yüklenecek.

Okul girişlerinde,sınıflarda,koridorlarda el antiseptiği,temassız ateş ölçer ile maske bulundurulacağı belirtilmiş. Öğrenci ve öğretmenlere maske takma zorunluluğu getirilirken her gün en az 3 maske kullanımı hesaplanırsa bunun mali yükünün develi ve öğretmenlere bırakılacak olması çok büyük ihtimal dahilinde. Bu vaatle daha önce halkına bedava maske dağıtacağını söyleyip sonrasında parayla satan AKP, maskeli yalanlarına bir yenisini daha eklemiş oluyor.

Büyükanne/büyükbaba gibi yaşı 65 yaş üzeri olanlar ile kronik hastalığı bulunan kimselerin öğrencileri okula bırakmaması önerilirken çalışan anne babaların çocuklarının ne şekilde okula gideceği düşünülmemiş.

Okullarda çalışan temizlik görevlilerinin normal zamanlarda sınıf ve okul temizliğini yaparken karşılaştıkları personel ve malzeme eksikliği ortadayken Eylül’de okulların açılmasıyla bu sorunun nasıl çözümleneceği tam bir bilmece. Önlemlere göre sık kullanılan kapı kolları, elektrik düğmeleri, merdiven korkulukları sık sık silinip dezenfaktasyonu sağlanacak(mış).Tuvaletler de her öğrenci kullanımından sonra temizlenecek(miş).Kağıt üzerinde bile mümkün olmayacak şartları öğrenci yoğunluğu fazla, çalışan sayısı az olan okullarda hayata geçirmeleri mümkün değil.

Servis araçlarında alınması gereken tedbirlerin başında da her servis sonrası koltuk ve tüm yüzeylerin temizleneceği öngörülmüş ama araçların arka arkaya hiç beklemeden servise çıkacakları hesaba katılmamış.

Daha bir çok bu ve benzeri önlemlerin arka arkaya sıralanması bir yana asıl önemli konu tüm bunları yapacak yönetsel irade ve yetecek bütçe var mı? Ona bakmak lazım. Ellerinde tuttukları yasal olmayan iktidarlarında güçlerinin sınırları gittikçe düşüyor. Ekonomik krizin gittikçe derinleşmesi ve toplum üzerinde eskisi kadar hegemonya kuramayan AKP için eğitim mayınlı alana dönüşmüş durumda.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine kurulu “AKP’nin eğitim düzeninde” kız çocuklarının okullaşma oranı günden güne düşüyor

AKP’gillerin “yeni” adını verdikleri bugünün Türkiye’sinde ısrarla toplumun dinselleşmesi üzerine inşa etmek istedikleri Ortaçağcı rejimde kadına yer yok. Özellikle 2012 yılından beri uygulanan 4+4+4 sistemi ve bunun ardından çıkarılan birçok yasa, yönetmelik, protokol ile kadın-erkek eşitliğini ortadan kaldıran, eleştirel ve akılcı yaklaşımları saf dışı bırakan gerici uygulamalarla toplumu dinsel bir kalıba oturtma çabasındalar.

Milyonlarca çocuğumuzun geleceğini karartan bu Ortaçağcı zihniyet kız çocuklarının eğitim dışına itilerek çocuk yaşta evlenmelerinden de birinci derecede sorumludur.

4+4+4 Yasası ile zorunlu eğitimin görüntüde 12 yıla çıkarılmış olması bizleri yanıltmasın. Ortaya konan rakamlar bunu yalanlıyor. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi temel toplumsal gereksinimlerin kamu adına devlet tarafından karşılanması Anayasada yer alan sosyal devlet ilkesi gereği olsa da AKP bunun tam tersini uygulayarak eğitimi aynı anda dinselleştirip özelleştirerek her vatandaşın eğitime eşit düzeyde ulaşılabilir olmasının önündeki en büyük engeli teşkil ediyor.

Ülkemizde eğitimden erken ayrılma oranı 2017 yılında kadınlarda %34, erkeklerde ise % 31. Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) paylaştığı verilere baktığımız zaman nasıl bir  geriye gidişin olduğunu net bir şekilde görebiliriz. Türkiye, karşılaştırmalı verilerin bulunduğu birçok Avrupa ülkeleri içinde eğitimden erken ayrılma oranının en yüksek olduğu ülke konumunda. Yine aynı araştırmanın sonuçlarına göre 15-34 yaş arası bireylerin bitirdikleri eğitim düzeylerine göre eğitimden hangi sebeplerle uzak kaldığını gösteren nedenler kadın ve erkekler arasındaki eşitsizliği bir kez daha ortaya çıkarıyor. Buna göre ;

Cinsiyet   Eğitim düzeyi      Ailenin veya eşin izin vermemesi       Evlilik ve diğer ailevi nedenler

Kadın        İlkokul                         31.7                                                         23.6

Erkek        İlkokul                            4.3                                                         14.7

http://www.egitimreformugirisimi.org/wp-content/uploads/2017/03/EIR_2017_2018_29.11.18.pdf

Gençlerin eğitimlerini sürdürememe nedenleri arasında AKP eğitim sisteminin rolü çok büyük. TÜİK tarafından 2016 yılında gerçekleştirilen Gençlerin İşgücü Piyasasına Geçiş Araştırmasının sonuçlarına göre bireylerin eğitimlerini sürdürememelerinin önündeki en büyük engel, maddi zorluklar içinde yaşamaları nedeniyle eğitim harcamalarını karşılayamamaları. Asıl sorumlu eğitimi özelleştirip devlet okullarına kaynak aktarmayan Tefeci-Bezirgan Akp’gillerden başkası değil oysa. Araştırmada kadınlarda ilkokuldan sonra okula devam etmeme sebeplerinden   biri olarak “ailesinin ya da eşinin izin vermeyişi” görülüyor ki bu sorun da yıllardan beri kadın kimliğini yok sayıp eve hapsetmeye çalışan bu kirli politikaların ürünü.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayımladığı “Cinsiyete göre net ilkokul çağı okullaşma oranı” raporuna göre özellikle kız çocuklardaki okullaşma oranlarında ciddi bir düşüş gözlenmekte. 2012-2013 ile 2018-2019 yıllarını kapsayan rapor, AKP’nin zorla dayattığı 4+4+4 eğitim sisteminin de devamı niteliğinde. Yıldan yıla gerileme gözlenen raporda yer alan bilgilere göre 2012-2013 eğitim-öğretim döneminde kız çocuklarının okullaşma oranı 97,8 iken 2018-2019 yıllarına gelince 4 puanlık bir düşüşle 93,7 olarak kaydedilmiş. Erkek çocuklarındaki durum da pek iç açıcı değil. 97,5’ten 93,7’ye gerilemenin gözlendiği raporda kademeli bir düşüşten bahsedebiliriz.

Siyasal İslamcı AKP’gillerin özellikle eğitim ve kadın politikalarında izledikleri gerici tutum, toplumsal cinsiyet rollerinin eşitlik temelinde dağıtımını da engelliyor. Eğitim sisteminde sayılarla gözler önüne serilen olumsuz tablo ilkokuldan başlayarak kadın-erkek arasındaki eşitlik makasının giderek açılmasına zemin hazırlamaktan başka bir işe yaramıyor.

Bu veriler bizlere, eğitimde AKP eliyle yaratılan tahribatın özelikle kadınlar açısından, Cumhuriyet devrimlerinin ürünü olan tüm kazanımların ilkokuldan başlayarak nasıl yok edilmek istendiğini ortaya koyması açısından çok önemli.Toplum içerisinde kadınların yeteneklerini geliştirip söz sahibi olmalarını istemeyen AKP zihniyetinin tek amacı kadınları eve hapsedip üretken, güçlü, siyasi özne olmaktan uzaklaştırarak erkek egemenliğinde basit bir nesneye dönüştürmek. Bunun en yakın örneğini geçen günlerde İstanbul’da Kartal Lütfi Kırdar Şehir hastanesinin açılışında gördük. AKP’nin başı olan zat kadınlara nasıl rol biçtiklerini açıkça ilan etti. Kadınları insan olarak değil de boşluğu dolduran birer sembol olarak gören AKP iktidarı için kadın, sadece sayıdan ve taneden ibaret. Kürsüye davet ettiği kadın milletvekilleri için “Evet, şöyle sembolik de olsa kadın milletvekillerimizden hiç olmazsa iki tanesini alalım“ifadesi siyasal İslamcıların kadınlarla olan sorunlu ilişkilerinin dışa vurumu.

Nasıl ki Cumhuriyetin kurucuları Mustafa Kemal’in öncülüğünde kazanılan Kurtuluş Savaşı’nın ardından eğitimde gerçekleştirdikleri devrimlerle laik ve bilimsel eğitimin temellerini attılarsa; bugünkü Tefeci-Bezirgan sermayenin temsilcisi AKP’giller de gericileştirdikleri eğitim sisteminde cinsiyetçi bakış açısıyla kız çocuklarını bilinçli olarak okulun dışına itiyorlar.

AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin kendisi de kadın olmasına rağmen kadını yok sayan bu zihniyetin sözcülüğünü üstlenip bir de “AKP’den önce kadının adı yoktu!” türünden yaptığı aciz açıklamayla, toplumun her alanında varlığı erkeğe eşit görülmeyen ve bu yüzden şiddete uğrayıp öldürülen kadınların aslında kendi eserleri olduğunu unutarak, yarattıkları “şiddet atmosferini” savunmaya çalışması Türkiye’nin geldiği dip noktayı çok iyi özetliyor.

Muaviye-Yezid, CIA- Pentagon İslamı referanslarının üzerine inşa ettikleri bugünkü eğitim sisteminde; sorgusuz sualsiz biat kültürünü yerleştirmeyi amaçlayan AKP’nin “dindar nesil” yetiştirme projesi kadın-erkek eşitliğini tanımıyor. Siyasal İslamcı projenin hayata geçirilmesinde kilit rolü oynayan eğitim kurumlarının AKP’nin arzuladığı şeriat toplumunu yaratmada taşıdığı önem buradan geliyor. 4+4+4 gerici yasayla küçücük çocukların başlarını örterek onları birer cinsel nesneye dönüştürenler, kız çocuklarını o küçücük yaşlarından itibaren hareketlerinden ve giysilerinden sorumlu tutarak, beyinlerine eğer örtünmezlerse “tecavüze uğrarım korkusunu” yerleştirmesi tacizci, tecavüzcü tüm sanıkları baştan aklamaya yönelik bir yaklaşım. Böylesine çarpık bir eğitim anlayışının sonuçlarını her gün basına düşen haberlerden öğreniyoruz. Bir kamu kurumunda çalışan bir kadın memura müdürünün elle yaptığı tacizi “babacan bir tavır olarak” gören Yargıtay da bu köhnemiş Ortaçağcı AKP’nin hukuk alanındaki devamı. Suçu işleyen faillerin aklanıp onay görmesi tamamen eğitimdeki cinsiyetçi ayrımın hukuksal alanda da karşılık bulmasıyla tamamlanmış oluyor.

Çocuklarımızın giderek örgün eğitim dışına itildiği, nitelikli, kamusal, parasız, ve laik bir eğitim ekseninden çıkarıldığı şu günlerde karanlık atmosferi dağıtacak olan yine bizleriz. Halkçı Kamu Emekçileri olarak 1. Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızı verenlere büyük bir borcumuzun olduğunu bilerek yola çıktık. Özgür ve bağımsız bir ülkenin inşası için, tüm çocuklarımızın laik, bilimsel, eşit ve parasız eğitim alacağı Demokratik Halk İktidarının kurulması için verilecek İkinci Kurtuluş Savaşında üzerimize düşen görevleri yerine getirmede sonuna kadar kararlıyız. (25.07.2020)

Halkçı Kamu Emekçileri

Sosyal Medyada Paylaşın: