DOLAR 41,8130 0,23%
EURO 48,3860 0,43%
ALTIN 5.488,001,56
BITCOIN 48263263.86568%
İstanbul
18°

PARÇALI BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü Ve Ülkemiz Öğretmenlerinin Hal-İ Pür-Melal’i
126 okunma

5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü Ve Ülkemiz Öğretmenlerinin Hal-İ Pür-Melal’i

ABONE OL
5 Ekim 2025 11:14
5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü Ve Ülkemiz Öğretmenlerinin Hal-İ Pür-Melal’i
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dünya Öğretmenler Günü, her yıl 5 Ekim tarihinde kutlanır. Bu gün, öğretmenlerin toplumdaki önemli rollerini vurgulamak, emeklerini takdir etmek ve eğitimdeki katkılarını onurlandırmak amacıyla kutlanmaktadır. Bu özel gün, 1994 yılında UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) ile Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından ilan edilmiştir. Temelini 1966 yılında kabul edilen “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiye Kararı” oluşturur. Bu belge, öğretmenlerin haklarını, mesleki standartlarını ve çalışma koşullarını belirleyen ilk uluslararası metindir.

Biz öğretmenler için 5 Ekim, yalnızca bir kutlama günü değildir; bilginin, emeğin ve aydınlanmanın mücadelesinin sembolüdür. Dünya Öğretmenler Günü, öğretmenlerin yalnızca sınıfta değil, toplumun vicdanında ve bilincinde devrim yaratma görevini üstlendiğini hatırlatır.

Eğitim, bir toplumun zincirlerini kırma aracıdır. Gerçek bir öğretmen, ezberin değil düşünmenin, sorgulamanın ve özgürleşmenin rehberidir. Her kelimesiyle bir çocuğun zihnine tohum eken öğretmen, geleceğin direncini, dayanışmasını ve adalet duygusunu yeşertir. Bu yüzden öğretmenlik, bir meslekten öte bir direniş biçimidir. Bilimin ışığını karanlığa taşıyan, gerçeği savunan, “sus” denildiğinde bile konuşmaktan vazgeçmeyen her öğretmen, toplumsal dönüşümün öncüsüdür.

Türkiye’de Öğretmenlik

Ülkemiz öğretmenleri olarak dünya standartlarının çok altında olduğumuzu biliyoruz.

OECD  verilerine göre Türkiye’de ortaöğretim düzeyi hariç tüm düzeylerde öğretmen başına daha fazla sayıda öğrenci düştüğü anlaşılıyor. Türkiye’de öğretmenlerin maaşları tüm kademeler için OECD ortalamasının altında ve öğretmenler deneyim kazandıkça maaşları OECD ortalamasının daha da altına düşüyor. Türkiye’de öğretmenlerin büyük çoğunluğu lisans mezunu ve yüksek lisans ve doktora mezunu öğretmen oranı OECD ortalamasından düşük.

Kira, gıda ve temel ihtiyaçlardaki yüksek enflasyon karşısında maaşlar günden güne eriyor. Birçok öğretmen, ay sonunu getirebilmek için özel ders veriyor, taksiye çıkıyor, markette kasaya oturuyor. Oysa öğretmen, zihinsel üretim yapmalı; okuduğu kitaplar, gezdiği yerler, yaşadığı deneyimlerle dünyasını genişletmeli ki bu birikimi öğrencilerine aktarabilsin. Ama sorulması gereken en temel soru şudur: Geçinemeyen, geleceğinden umudunu kesen bir öğretmen nasıl yeni ufuklar açabilir?

AKP’gillerin Milli Eğitim Bakanlığı, okullara yeterli bütçe ayırmak yerine tüm eksikliği idareci ve öğretmenlerin omuzlarına yıkıyor. Okulda sabun, temizlik malzemesi, fotokopi kâğıdı yoksa,  çözümü yine öğretmen bulmak zorunda. Velilerden para istenmese eğitim yürümüyor, istense “bağış skandalı” diye manşetlere taşınıyor. Yani devlet, sorumluluğunu unutarak öğretmeni hem suçlu hem de günah keçisi haline getiriyor. Göstermelik birkaç proje okulu vitrine koyup başarı hikâyesi yaratmaya çalışan bakanlık, gerideki binlerce okulun çürüyen duvarlarını, yetersiz kadrolarını, eksik donanımını görmezden geliyor. Temizlik personeli atamayan sistem, okulunu temizleyen öğretmenleri “fedakâr kahramanlar” diye alkışlayarak kendi ihmallerini örtmeye çalışıyor. Oysa öğretmenin görevi temizlik yapmak değil, zihinleri aydınlatmaktır. Bir ülke, öğretmenine paspas değil, kalem vermek zorundadır.

Aynı medya, siyasi söylem ve toplumsal algı, öğretmenlik mesleğini giderek değersizleştiriyor. “Üç ay tatil yapan”, “az çalışıp çok kazanan” gibi söylemler, öğretmenleri hedef alan bilinçli bir algı operasyonunun ürünüdür. Oysa öğretmenlik, yalnızca ders saatiyle ölçülmez; her gün yeniden geleceği inşa eden bir meslektir. Bu itibarsızlaştırma, eğitimi ve toplumsal bilinci çürütmenin en etkili yoludur.

Yıllardır yapboz tahtasına çevrilen eğitim sistemi, bugün AKPgillerin ürettiği “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altında yeni bir dönüşüme sokuluyor. Ancak bu model, bilimi değil dogmayı, düşünceyi değil itaati merkeze alıyor. Adım adım laik eğitim ilkesinden uzaklaşılıyor; şeriatçı, tek-tipçi bir ideolojik çerçeve dayatılıyor. Öğretmenler, bu müfredatı uygulamaları için baskı altına alınıyor; eleştirenler ise “devlet politikasına karşı” ilan ediliyor. Oysa eğitim, bir ülkenin en özgür alanı olmalıdır. Öğretmen, iktidarın değil, aklın ve bilimin hizmetindedir. Gerçek eğitim, sorgulayan bireyler yetiştirir — biat edenler değil.

“Uzman” ve “başöğretmenlik” gibi unvanlarla getirilen kariyer sistemi, öğretmenlerin gelişimini desteklemekten çok, meslek içinde yeni hiyerarşiler ve ayrışmalar yaratıyor.Sınav merkezli, rekabetçi bu sistem; bilgiye, deneyime ve emeğe değil, sınav başarısına ve formaliteye dayalı bir düzen kuruyor. Sonuç olarak, öğretmenler arasında dayanışma yerine rekabet, eşitlik yerine bölünme doğuyor.

Öğretmenlerin sendikal örgütlenme ve ifade özgürlüğü alanında ciddi baskılar sürüyor. Eleştiren, sorgulayan, hak arayan öğretmenler sürgün ediliyor, soruşturmalara maruz kalıyor, hatta meslekten uzaklaştırılıyor. AKPgiller, öğretmeni “biat eden memur” haline getirmeye çalışırken; öğretmenin özgür düşünen aydın kimliğini sistematik biçimde yok ediyor.

Eğitimin Ortaçağcı Kuşatması ve Öğretmenin Direnişi

2002 yılında iktidara gelen AKP ile birlikte, eğitim sisteminin tüm damarlarına sızan ideolojik bir dönüşüm başlatıldı. Bu dönüşümün hedefi, “dindar ve kindar” nesiller yetiştirmekti. Bilimin, laikliğin, sorgulamanın yerini itaatin, dogmanın ve biat kültürünün aldığı karanlık bir süreç hızla ilerledi.

Eğitim sisteminde başlayan bu Ortaçağcı geriye dönüş, yükseköğretim kurumlarını da etkisi altına aldı. Eğitim fakülteleri, bilimsel niteliğini yitirerek, yandaş kadrolarla doldurulmuş birer diploma fabrikasına dönüştürüldü.

2006’dan itibaren “kalite”, “nitelik”, “akreditasyon”, “Bologna süreci” gibi süslü kavramlar altında, öğretmenlik mesleğini piyasalaştıran ve değersizleştiren düzenlemeler yapıldı.
Her yeni düzenleme, eğitim emekçileri için yeni bir yük, yeni bir yara anlamına geldi.

Bugün gelinen noktada tablo açıktır:

  • Üniversiteler, bakkal dükkânı açar gibi açılmış; eğitim fakülteleri niteliğini yitirmiştir.
  • Bu fakültelerde binbir emekle okuyan gençlerimiz, işsizliğe mahkûm edilmiştir.
  • Sayıları yarım milyonu aşan atanamayan öğretmenler ordusu, ülkenin en büyük toplumsal dramlarından biridir.
  • Geleceğini karanlıkta gören, üretim dışına itilen birçok genç öğretmenimiz, yaşamına son vermek zorunda kalmıştır.
  • Esnek, güvencesiz, yoksulluk sınırında bir yaşam öğretmenlere kader gibi dayatılmıştır.
  • Bir yandan öğretmenlik mesleği sistematik biçimde değer kaybına uğratılırken, diğer yandan kamuoyuna, öğretmenliğin “kolay para kazanılan bir iş” olduğu algısı pompalanmıştır.

Halkçı Kamu Emekçileri Olarak Diyoruz Ki…

Bugün, öğretmen yalnızca sınıfta değil, hayatın her alanında direnmektedir.
Çünkü bilir ki, karanlığa teslim olmayan her sınıf, bir direniş mevzisidir.

Devrimci öğretmen: Bilgiyi silah, sevgiyi pusula yapar Bir devrimci öğretmen, bilginin gücünü halka, öğrenciye, ezilene taşır. Korkusuzdur; çünkü bilir ki karanlık, en çok aydınlıktan korkar. Bilgiyi bir iktidar aracı değil, özgürleşmenin anahtarı olarak görür. Çocuklara, “neden” diye sormayı öğretir — çünkü her “neden”, bir zinciri kırar.

Bugün Türkiye’de öğretmenler, sadece maaş için değil; laik, bilimsel, parasız eğitim için AKPgiller ve onun politikalarına direnmektedir. Eğitimi karanlığa teslim etmeyeceğiz diyen her öğretmen, bir meşale taşımaktadır. O meşale, yoksulluğa, baskıya ve cehalete karşı en güçlü ışıktır.

“Gerçek öğretmen, sisteme kul yetiştirmez; insanı özgürleştirir.”

5 Ekim Dünya Öğretmenler Günümüz Kutlu Olsun!

5 EKİM 2025

HALKÇI KAMU EMEKÇİLERİ

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r