DOLAR 41,9683 0,23%
EURO 48,9393 0,43%
ALTIN 5.837,051,93
BITCOIN 46628442.86586%
İstanbul
17°

PARÇALI AZ BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

Halkçı Kamu Emekçileri

Halkçı Kamu Emekçileri

05 Ekim 2025 Pazar

5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü Ve Ülkemiz Öğretmenlerinin Hal-İ Pür-Melal’i

5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü Ve Ülkemiz Öğretmenlerinin Hal-İ Pür-Melal’i
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dünya Öğretmenler Günü, her yıl 5 Ekim tarihinde kutlanır. Bu gün, öğretmenlerin toplumdaki önemli rollerini vurgulamak, emeklerini takdir etmek ve eğitimdeki katkılarını onurlandırmak amacıyla kutlanmaktadır. Bu özel gün, 1994 yılında UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) ile Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından ilan edilmiştir. Temelini 1966 yılında kabul edilen “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiye Kararı” oluşturur. Bu belge, öğretmenlerin haklarını, mesleki standartlarını ve çalışma koşullarını belirleyen ilk uluslararası metindir.

Biz öğretmenler için 5 Ekim, yalnızca bir kutlama günü değildir; bilginin, emeğin ve aydınlanmanın mücadelesinin sembolüdür. Dünya Öğretmenler Günü, öğretmenlerin yalnızca sınıfta değil, toplumun vicdanında ve bilincinde devrim yaratma görevini üstlendiğini hatırlatır.

Eğitim, bir toplumun zincirlerini kırma aracıdır. Gerçek bir öğretmen, ezberin değil düşünmenin, sorgulamanın ve özgürleşmenin rehberidir. Her kelimesiyle bir çocuğun zihnine tohum eken öğretmen, geleceğin direncini, dayanışmasını ve adalet duygusunu yeşertir. Bu yüzden öğretmenlik, bir meslekten öte bir direniş biçimidir. Bilimin ışığını karanlığa taşıyan, gerçeği savunan, “sus” denildiğinde bile konuşmaktan vazgeçmeyen her öğretmen, toplumsal dönüşümün öncüsüdür.

Türkiye’de Öğretmenlik

Ülkemiz öğretmenleri olarak dünya standartlarının çok altında olduğumuzu biliyoruz.

OECD  verilerine göre Türkiye’de ortaöğretim düzeyi hariç tüm düzeylerde öğretmen başına daha fazla sayıda öğrenci düştüğü anlaşılıyor. Türkiye’de öğretmenlerin maaşları tüm kademeler için OECD ortalamasının altında ve öğretmenler deneyim kazandıkça maaşları OECD ortalamasının daha da altına düşüyor. Türkiye’de öğretmenlerin büyük çoğunluğu lisans mezunu ve yüksek lisans ve doktora mezunu öğretmen oranı OECD ortalamasından düşük.

Kira, gıda ve temel ihtiyaçlardaki yüksek enflasyon karşısında maaşlar günden güne eriyor. Birçok öğretmen, ay sonunu getirebilmek için özel ders veriyor, taksiye çıkıyor, markette kasaya oturuyor. Oysa öğretmen, zihinsel üretim yapmalı; okuduğu kitaplar, gezdiği yerler, yaşadığı deneyimlerle dünyasını genişletmeli ki bu birikimi öğrencilerine aktarabilsin. Ama sorulması gereken en temel soru şudur: Geçinemeyen, geleceğinden umudunu kesen bir öğretmen nasıl yeni ufuklar açabilir?

AKP’gillerin Milli Eğitim Bakanlığı, okullara yeterli bütçe ayırmak yerine tüm eksikliği idareci ve öğretmenlerin omuzlarına yıkıyor. Okulda sabun, temizlik malzemesi, fotokopi kâğıdı yoksa,  çözümü yine öğretmen bulmak zorunda. Velilerden para istenmese eğitim yürümüyor, istense “bağış skandalı” diye manşetlere taşınıyor. Yani devlet, sorumluluğunu unutarak öğretmeni hem suçlu hem de günah keçisi haline getiriyor. Göstermelik birkaç proje okulu vitrine koyup başarı hikâyesi yaratmaya çalışan bakanlık, gerideki binlerce okulun çürüyen duvarlarını, yetersiz kadrolarını, eksik donanımını görmezden geliyor. Temizlik personeli atamayan sistem, okulunu temizleyen öğretmenleri “fedakâr kahramanlar” diye alkışlayarak kendi ihmallerini örtmeye çalışıyor. Oysa öğretmenin görevi temizlik yapmak değil, zihinleri aydınlatmaktır. Bir ülke, öğretmenine paspas değil, kalem vermek zorundadır.

Aynı medya, siyasi söylem ve toplumsal algı, öğretmenlik mesleğini giderek değersizleştiriyor. “Üç ay tatil yapan”, “az çalışıp çok kazanan” gibi söylemler, öğretmenleri hedef alan bilinçli bir algı operasyonunun ürünüdür. Oysa öğretmenlik, yalnızca ders saatiyle ölçülmez; her gün yeniden geleceği inşa eden bir meslektir. Bu itibarsızlaştırma, eğitimi ve toplumsal bilinci çürütmenin en etkili yoludur.

Yıllardır yapboz tahtasına çevrilen eğitim sistemi, bugün AKPgillerin ürettiği “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altında yeni bir dönüşüme sokuluyor. Ancak bu model, bilimi değil dogmayı, düşünceyi değil itaati merkeze alıyor. Adım adım laik eğitim ilkesinden uzaklaşılıyor; şeriatçı, tek-tipçi bir ideolojik çerçeve dayatılıyor. Öğretmenler, bu müfredatı uygulamaları için baskı altına alınıyor; eleştirenler ise “devlet politikasına karşı” ilan ediliyor. Oysa eğitim, bir ülkenin en özgür alanı olmalıdır. Öğretmen, iktidarın değil, aklın ve bilimin hizmetindedir. Gerçek eğitim, sorgulayan bireyler yetiştirir — biat edenler değil.

“Uzman” ve “başöğretmenlik” gibi unvanlarla getirilen kariyer sistemi, öğretmenlerin gelişimini desteklemekten çok, meslek içinde yeni hiyerarşiler ve ayrışmalar yaratıyor.Sınav merkezli, rekabetçi bu sistem; bilgiye, deneyime ve emeğe değil, sınav başarısına ve formaliteye dayalı bir düzen kuruyor. Sonuç olarak, öğretmenler arasında dayanışma yerine rekabet, eşitlik yerine bölünme doğuyor.

Öğretmenlerin sendikal örgütlenme ve ifade özgürlüğü alanında ciddi baskılar sürüyor. Eleştiren, sorgulayan, hak arayan öğretmenler sürgün ediliyor, soruşturmalara maruz kalıyor, hatta meslekten uzaklaştırılıyor. AKPgiller, öğretmeni “biat eden memur” haline getirmeye çalışırken; öğretmenin özgür düşünen aydın kimliğini sistematik biçimde yok ediyor.

Eğitimin Ortaçağcı Kuşatması ve Öğretmenin Direnişi

2002 yılında iktidara gelen AKP ile birlikte, eğitim sisteminin tüm damarlarına sızan ideolojik bir dönüşüm başlatıldı. Bu dönüşümün hedefi, “dindar ve kindar” nesiller yetiştirmekti. Bilimin, laikliğin, sorgulamanın yerini itaatin, dogmanın ve biat kültürünün aldığı karanlık bir süreç hızla ilerledi.

Eğitim sisteminde başlayan bu Ortaçağcı geriye dönüş, yükseköğretim kurumlarını da etkisi altına aldı. Eğitim fakülteleri, bilimsel niteliğini yitirerek, yandaş kadrolarla doldurulmuş birer diploma fabrikasına dönüştürüldü.

2006’dan itibaren “kalite”, “nitelik”, “akreditasyon”, “Bologna süreci” gibi süslü kavramlar altında, öğretmenlik mesleğini piyasalaştıran ve değersizleştiren düzenlemeler yapıldı.
Her yeni düzenleme, eğitim emekçileri için yeni bir yük, yeni bir yara anlamına geldi.

Bugün gelinen noktada tablo açıktır:

  • Üniversiteler, bakkal dükkânı açar gibi açılmış; eğitim fakülteleri niteliğini yitirmiştir.
  • Bu fakültelerde binbir emekle okuyan gençlerimiz, işsizliğe mahkûm edilmiştir.
  • Sayıları yarım milyonu aşan atanamayan öğretmenler ordusu, ülkenin en büyük toplumsal dramlarından biridir.
  • Geleceğini karanlıkta gören, üretim dışına itilen birçok genç öğretmenimiz, yaşamına son vermek zorunda kalmıştır.
  • Esnek, güvencesiz, yoksulluk sınırında bir yaşam öğretmenlere kader gibi dayatılmıştır.
  • Bir yandan öğretmenlik mesleği sistematik biçimde değer kaybına uğratılırken, diğer yandan kamuoyuna, öğretmenliğin “kolay para kazanılan bir iş” olduğu algısı pompalanmıştır.

Halkçı Kamu Emekçileri Olarak Diyoruz Ki…

Bugün, öğretmen yalnızca sınıfta değil, hayatın her alanında direnmektedir.
Çünkü bilir ki, karanlığa teslim olmayan her sınıf, bir direniş mevzisidir.

Devrimci öğretmen: Bilgiyi silah, sevgiyi pusula yapar Bir devrimci öğretmen, bilginin gücünü halka, öğrenciye, ezilene taşır. Korkusuzdur; çünkü bilir ki karanlık, en çok aydınlıktan korkar. Bilgiyi bir iktidar aracı değil, özgürleşmenin anahtarı olarak görür. Çocuklara, “neden” diye sormayı öğretir — çünkü her “neden”, bir zinciri kırar.

Bugün Türkiye’de öğretmenler, sadece maaş için değil; laik, bilimsel, parasız eğitim için AKPgiller ve onun politikalarına direnmektedir. Eğitimi karanlığa teslim etmeyeceğiz diyen her öğretmen, bir meşale taşımaktadır. O meşale, yoksulluğa, baskıya ve cehalete karşı en güçlü ışıktır.

“Gerçek öğretmen, sisteme kul yetiştirmez; insanı özgürleştirir.”

5 Ekim Dünya Öğretmenler Günümüz Kutlu Olsun!

5 EKİM 2025

HALKÇI KAMU EMEKÇİLERİ

Devamını Oku

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu Yönetimine Devrimci Uyarımızdır: BOP Komisyonu’nun Davetine İcabet Etmeyin!

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu Yönetimine Devrimci Uyarımızdır: BOP Komisyonu’nun Davetine İcabet Etmeyin!
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Birleşik Kamu-İş’in kuruluş amaçlarından: “Konfederasyon, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, egemenliği, ulusal bütünlüğü, laikliği, demokratikleşme ve çağdaşlaşma hedeflerinin korunup geliştirilmesini esas alır.”

Dünyadaki bütün kötülüklerin anası ABD Emperyalist Haydudunun Türkiye Büyükelçisi Thomas J. Barrack’ın koordinatörlüğünde yürütülen “Terörsüz Türkiye”, “Barış ve Demokrasi Projesi” ya da Mecliste kurulan ihanet komisyonuna canhıraş bir şekilde atlayanların; “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” süreci dedikleri ihanet süreci; BOP’un Türkiye ayağının hayata geçirilmesi, yani ülkemizin en az üç parçaya bölünmesi için kapalı kapılar ardında atılan adımlardan başka bir şey değildir. Bu sürecin sahibi de, yürütücüsü de, tüm kuklaların iplerini elinde bulunduran da ABD Emperyalist Haydut Devletidir.

Bu sürecin sonunda hedeflenen; Konfederasyonumuzun kuruluş amaçlarında belirtilen, Atatürk ilke ve devrimlerinin, bu devrimlerin kazanımlarının, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, egemenliği, ulusal bütünlüğü, laikliği, demokratikleşme ve çağdaşlaşma hedeflerinin tümden ortadan kaldırmaktır.

Türkiye’yi en az üç parçaya bölmeyi öngören, başta ABD Türkiye Büyükelçisi Thomas J. Barrack, Abdullah Öcalan gelmek üzere sürecin aktörlerinin “barış”, “kardeşlik”, “silahların susması” gibi süslü ifadelerle cilalayıp halkımıza yutturmaya çalıştıkları bu ihanet sürecine bütün gücümüzle karşı durmak vatanseverliğin, halkseverliğin, Mustafa Kemalciliğin gereğidir.

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonumuzun kuruluş amacında ortaya koyduğu temel ilkeleri ortadan kaldırmak üzerine kurulan BOP komisyonuna, İhanet Komisyonuna katılıp Emperyalist Projenin parçası olmamalıdır. Dolayısıyla Kuruluş amacına ve tüzüğe aykırı hareket etmemelidir.

Bu nedenle; “Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Bağımsızlığını, Egemenliğini, Ulus ve ülke bütünlüğünü, laik düzenini, Demokratikleşme ve Çağdaşlaşma hedefini geliştirerek korumak” amaç ilkesini Tüzük Maddesi haline getiren Birleşik Kamu-İş, çağrılı olduğu “Terörsüz Türkiye Projesi” ile ilgili oluşturulan Türkiye’yi Parçalama Komisyonunun toplantılarına katılmamalıdır.

07.09.2025

Halkçı Kamu Emekçileri

Devamını Oku

30 Ağustos Zafer Bayramı’mızın 103. yıl dönümü kutlu olsun!

30 Ağustos Zafer Bayramı’mızın 103. yıl dönümü kutlu olsun!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Batılı emperyalistlerin desteğini arkasına alarak “Megali Idea” larının yani büyük ideallerinin peşinde koşan Yunan Ordusu, 26 Ağustos 1922’de Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in önderliğindeki ordumuzun başlattığı Büyük Taarruz ile birlikte hezimete uğramış ve 30 Ağustos’ta kesin olarak yenilmiştir.

Bu zafer elbette tesadüf olamaz. Anadolu Halkı kadınıyla, erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla elde ne varsa yurdun dört bir yanında işgallere karşı çıkmış, gözünü budaktan sakınmadan canı pahasına yıllarca savaşmıştır. Mustafa Kemal’in askeri dehası ve muhteşem kararlılığı, Halkımızın bağımsızlık sevdası ile birleşince bu en büyük zafer kaçınılmaz olmuştur. Tabii emperyalist haydutların korkulu rüyası, Devrimler Kartalı Lenin’in önderliğindeki Sovyetler Birliği’nin halkımızın verdiği antiemperyalist mücadeleye desteği, bu zaferimizde çok önemli rol oynamıştır. Halkımız zaten 10 yıllardır süren savaşlar sonucu harap ve bitap düşmüştü. Zalim İtilaf Devletleri için her şey tıkırındaydı. Ancak, halkımız yurdun dört bir tarafında işgallere karşı Mustafa Kemal önderliğinde bir ölüm kalım mücadelesi başlattı. Kuvayimilliye güçleri, her türlü olanaksızlığa rağmen gözünü kırpmadan ateşin içine atladı. Bu şunu gösteriyordu: Halkımız yurdunu düşmana teslim etmektense Mustafa Kemal’in “Ya İstiklal Ya Ölüm” şiarının gereğini yerine getirmeyi göze alıyordu. Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının önderliğindeki halkımızın, tüm dünyanın mazlum uluslarına ışık olacak, ilham verecek bu destansı mücadelesi Emperyalizme karşı girişilmiş topyekün bir mücadeleydi. Ve o mücadele Şahin Bey’leri, Gördesli Makbule’leri, Sütçü İmam’ları, Nezahat Onbaşı’ları, Yörük Ali Efe’leri, Kara Fatma’ları, daha 17 yaşındayken elde silah Kuvayimilliye birliklerine katılan Hikmet Kıvılcımlı’ları, Şerife Bacı’ları ve daha nicelerini hafızalarımıza kazıdı.

Atalarımızın zafere ulaştırdığı bu ölüm kalım mücadelesinin üzerinden geçen 103 yılda ABD AB Emperyalist haydutları bir an olsun durmadılar. Hain planlar yapıp uygulamaya koydular her seferinde. Tüm dünyada yaptıkları gibi Orta Doğu’yu kan gölüne çevirdiler. Adı Yeşil Kuşak Projesi oldu, BOP oldu, GOP oldu ama amaçları hep aynıydı: 1.000 devletli bir dünya yaratırken ülkemizi de Yeni Sevr hain planıyla en az üç parçaya bölmek. Bunu yaparken yerli işbirlikçilerini iktidarlara taşıdılar, sözde muhalefetler yarattılar. Son 22 yıldır da yurdumuzda bu kanlı işbirliğini AKP’giller’le yapmaktalar.

Halkımız çetin bir hayat mücadelesi vermekte, İşsizlik ve pahalılık cehenneminde yanmaktadır.  Tarlalarda, bahçelerde ürünü kalan çiftçilerimiz, köylülerimiz yıllardır zarar etmektedir, isyan halindedir. Koca koca holdinglerin milyar dolarlarca borcu silinirken küçük esnaf, küçük üreticimiz, zanaatkarlarımız ve emekçi halkımız her gün a’dan z’ye her kalemde yenileri eklenen vergilerle ezildikçe ezilmektedir.

AKP’giller binbir dolapla cep doldurma, tarikat cemaatleri doyurma yoluyla ihanetlerinin sürdürürken, Laik Cumhuriyet’in eğitim başta gelmek üzere tüm kurumlarını yerle yeksan etmekte, ülkemizde Ortaçağcı Faşist Din Devletinin taşlarını döşemektedir.

Ancak halkımız, artık dayanılmaz acılar veren bu derin uykudan uyanmaktadır ve sesini çıkarmaya, isyanını dile getirmeye başlamıştır.

Biz Halkçı Kamu Emekçileri;

 Halkımızın bu haklı isyanında, bu haklı mücadelesinde sonuna kadar yanındayız!

 Atalarımızın yaktığı tam bağımsızlık meşalesini tüm kötülüklere tüm zulümlere rağmen onurla ve gururla taşımaktayız ve bu hainleri tarihin çöplüğüne gömünceye dek taşımaya devam edeceğiz!

30 Ağustos Zaferi’miz, yolumuzu aydınlatarak umutsuzluğa, karamsarlığa, yılgınlığa kapılmadan mücadelemize devam etmemiz gerektiğini 103 yıl öncesinden söylemektedir bize!

Selam olsun o zaferi bize armağan edenlere! Mücadeleleri mücadelemizdir!

Eninde sonunda biz kazanacağız ve Emperyalistler, İşbirlikçiler bir kez daha geldikleri gibi gidecekler! Hem de bir daha geri gelmemek üzere!

Yaşasın 30 Ağustos Zaferi’miz!

Yaşasın Şanlı 30 Ağustos Zaferimiz!

Kahrolsun Emperyalizm!

Ya istiklal Ya Ölüm!

Mustafa Kemal Ölümsüzdür! (30.08.2025)

Halkçı Kamu Emekçileri

Devamını Oku

Kamu Emekçileri Satışa Getirildi.

Kamu Emekçileri Satışa Getirildi.
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir aya yakındır devam eden Kamu Çalışanlarının Toplu Sözleşmesi Satışla bitti. Yıllardır her toplu sözleşme sürecinde oynanan tiyatro, bu kez çok sırıttı. Kamu emekçilerinin açlık sınırına yakın ücretler aldığı bu dönemde, Memur-Sen ve Türkiye Kamu–Sen binbir takla attılar. Hakem Kurulu’na katılmayacaklarını söylediler; ancak sonra katıldılar. Elli dokuz kazanım var, onları meçhule bırakamayız dediler. Kazanımlar daha da kırpılmış olarak kabul edilmiş oldu. Kendi deyimleriyle 25 milyon vatandaşımızın beklediği toplu sözleşme, Kamu Emekçileri ve Emeklileri için hüsranla sonuçlandı. Kamu emekçileri ücret artışı olarak, 2026 yılı ilk altı ay yüzde 11, İkinci altı ay yüzde 7, 2027 yılı ilk altı ay yüzde 5, ikinci altı ay yüzde 4 maaş zammı alacaklar. Bu karar kamu emekçilerini açlığa mahkum etmektir.

Yetkili konfederasyon Memur-Sen başkanı Ali Yalçın, bir Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i suçluyor, bir 4688 Sayılı kanundan yakınıyor. Ali Yalçın sen sabah-akşam bu iktidar ile iç içe değil misin? Genel Kurullarınızda, AKP’gillerin Başkanı sürekli konuşur. Bütün kamu kurumlarında atamalara sizler karışmıyor musunuz? Yeni gelen her kamu emekçisine bize üye olursan rahat edersin, olmaz isen senin için sıkıntı olur diyen sizler değil misiniz? Sıra Kamu Emekçilerinin haklarını savunup, hak kazanmaya gelince sıvışıp kaçıyorsunuz. Bunu da türlü oyunlarla yapıp sanki mücadele etmiş gibi göstermeye çalışıyorsunuz. Kamu emekçisi enayi değil. Sizin iktidar ile çevirdiğiniz dümenler artık iyot gibi açığa çıkmıştır. Hakem Kurulu’na üye vermeseydiniz, karar TBMM’ye kalacaktı; bunu yapmadınız. İş işten geçtikten sonra çözüm yeri olarak Meclisi gösteriyorsunuz. Halka ve biz Kamu Emekçilerine İktidar ile birlikte yaptığınız zulüm unutulmayacak.

Üçüncü Konfederasyon olarak Birleşik Kamu İş’in yaptığı eylemler sınırlı düzeyde kaldı. Kadro eylemi yapalım derken güdük kalan eylemler, kendimizi ifade etmekten öteye gidemedi. Satışın teşhiri yeterince yapılmadı. Kamu emekçisi ve emeklilerinin bu ücretler ile yaşamını sürdürmesi daha da zorlaşacaktır. Kamu emekçilerinin birlikte mücadelesini yaratmamız gerekiyor. Kamu Çalışanlarının bu iki büyük Sarı Konfederasyon yanında onlarca sendikası daha var. Çok sayıda sendikanın olması, kamu emekçilerini daha da örgütsüz olması anlamına geliyor. Oysa 1990’larda sendikalarımızı Ankara yollarında polis copu yiye yiye ve büyük grevler yaparak kurmuştuk. O zaman Memur Sen ve Kamu Sen taraftarları, ‘Memurun sendikası olmaz’ diyorlardı. Şimdi bu iki Konfederasyon Kamu Emekçilerine dayatılan toplu sözleşme oyununun aracı oldular. Bu düzen böyle gitmez.

Geleceğimiz için, özellikle de çocuklarımızın geleceği için bu sazan sarmalından kurtulmamız gerekiyor. Kamu Emekçilerinin Örgütlü mücadelesi, yerinde ve doğru eylemlerle olur. Kamu Emekçileri ancak bu şekilde bir araya gelir. Başka çıkış yolumuz yok.

Örgütlü Kamu Emekçisi Yenilmez!

HALKÇI KAMU EMEKÇİLERİ

Devamını Oku

Eğitim-İş Kamuoyuna

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Örgütümüzde demokratik unsurlar zayıflatılarak tek adamcı bir düzene doğru yönelme isteği, örgüt içi eleştiri ve özeleştiri mekanizmalarının işletilmemesi, şeffaflık-hesap verilebilirlik ilkelerinin göz ardı edilmesi, örgüt içi muhalefet üzerindeki baskıların artırılması gibi hukuk dışı ve antidemokratik uygulamaların yaygınlaşması örgütümüzün geleceğine yönelik kaygılarımızı artırmıştır.

AKP’nin emekçiler üzerindeki sömürü düzeni, ortaçağcı, gerici ve baskıcı saldırıları karşısında MYK başta olmak üzere yöneticilerin etkin bir mücadele örme yollarını aramak yerine, örgüt içi tartışmaları büyüten hasmane bir tutumla hukuksuz birçok karara imza attıklarını görüyor ve bu tablodan örgütümüz adına kaygı duyuyoruz.

Bu nedenle bir araya gelerek örgütümüze en çok zarar veren konularla ilgili yaptığımız tartışmalar ve değerlendirmeler sonucunda örgütümüzün öncelikli sorunlarına çözüm önerilerimizi örgütümüze gönül vermiş, Eğitim-İş’i büyütmek, emek ve sınıf mücadelesinin odağı yapmak için fedakarca çaba harcayan tüm dostlarımızla paylaşmayı zorunluluk olarak görüyoruz.

Bu kapsamda:

1- HUKUKSUZ BİR ŞEKİLDE GÖREVDEN ALINAN TEMSİLCİLİK YÖNETİCİLERİ GÖREVLERİNE İADE EDİLMELİDİR

İl ve ilçe temsilciliklerinin hukuksal statüsü tüzükte ve seçim yönetmeliğinde şubeler gibi belirlenmiştir ve seçimle göreve getirilmiş temsilcilik yöneticilerini görevden alma yetkisi MYK’da değildir. Tüzükte olmayan bir yetkiyi kullanarak yapılan hukuksuz görevden almalar iptal edilerek, görevden alınanlar görevlerine iade edilmelidir.

4688 sayılı yasaya atıfta bulunulsa da örgüt yöneticilerini görevden alma yetkisi MYK’ya hiçbir mevzuatta verilmemiştir ve bu uygulama kendi hukukumuzu çiğnemektir.

Ayrıca, hangi kademede olursa olsun herhangi bir organda eksilme olduğunda yedekler mutlaka göreve çağrılmalıdır.

Tüzük ihlalleri giderilerek kararlar geri alınmalıdır. Büyük bir özveriyle mücadeleyi büyütmeye çalışan örgüt kadrolarının, keyfi kararlarla haksızlığa uğratılmasına son verilmeli, hukukları, emekleri korunmalıdır.

Bu kapsamda Ankara/Mamak, Denizli/Merkezefendi, Balıkesir/Burhaniye temsilciliklerindeki görevden almalar iptal edilmeli, Hatay/Samandağ’da dilekçelerle ortaya konulan demokratik seçim talepleri karşılanmalıdır.

2- SENDİKAMIZA DANIŞMAN OLARAK ALINAN AKP BÜROKRATININ DERHAL SENDİKAMIZLA İLİŞİĞİ KESİLMELİDİR

Eğitim alanının ortaçağcı gericilik ve piyasacılık kıskacında can çekiştiği bir dönemde, MEB’de Daire Başkanı olarak üst düzey bürokratlık yapmış bir kişinin sendikamızda danışman olarak işe alınmasını doğru bulmuyoruz.

Gericiliğin karargahına atama ile bürokrat yapılmış bir kişinin sendikamızın karargahında yeri olmamalıdır. İlgili bürokratın sendikamızla ilişiği derhal kesilmeli, Eğitim-İş’in ilkelerine ve mücadeleci geleneğine aykırı olan bu istihdamın altında imzası bulunanlar özelleştiri vermelidir.

3- MAHKEME KARARLARI DERHAL UYGULANMALIDIR

Tüzüğe aykırlık nedeniyle mahkemelerden dönen MYK kararları hakkındaki yargı kararları ivedilikle uygulanmalıdır.

Örgüt içinde hak arayışına mecbur bırakılan yoldaşlarımızın hak arama süreçlerini uzatmak için, “henüz yargısal süreç tamamlanmadı” gerekçesi bahane olarak kullanılmamalıdır. Herkesin gözü önünde alanen yapılan usulsüzlükler, bir takım kişisel ikbal kaygılarıyla, bile isteye tolere edilmemeli, örgütümüze emek veren arkadaşlarımız son çare olarak mahkemelere başvuru yapmak zorunda bırakılmamalıdır.

4- TÜZÜK DEĞİŞİKLİĞİ

Örgütten gelen talepler yok sayılarak, MYK ataması ile Tüzük Komisyonu oluşturmak daha en başında demokratik bir tüzük umudunu baltalamıştır. Üstelik genel kuruldan tüzük değişikliği gündemli genel kurul toplama yetkisi de alınmamıştır.

Antalya Nolu Şube mahkeme kararının yanı sıra, bazı şubelerin devam eden genel kurul iptal davalarında olası iptaller de düşünüldüğünde, tartışmalı duruma gelecek bir genel kurul delegasyonu ile tüzük yapmaya çalışmak, genel kuruldan sonra tüzüğümüzün de tartışmalı duruma gelmesine yol açacaktır. Tüzüğümüzü hukuksal anlamda tartışmalı hale getirebilecek aceleci kararlardan kaçınılmalıdır.

5- DİSİPLİN VE DENETLEME KURULLARI BAĞIMSIZ OLMALIDIR

Disiplin ve Denetleme Kurulları MYK’nın alt kurulları değil, örgütün iradesini temsil eden bağımsız kurullardır. Bu kurullar, işleyişleri ile bağımsız, kararlarıyla adil olduklarını ortaya koymadıkça meşruiyet tartışmaları büyüyecektir.

Disiplin Kuruluna sevk, politik hesaplaşma aracına dönüştürülmemelidir. Dilekçe unsurlarındaki eksikler dışında filtreleme yapmadan tüm başvurular ilgili kurula sevk edilmelidir. MYK’nın kişiye özel uygulamaları Merkez Disiplin Kurulunu da zayıf düşürmektedir. MYK’nın Merkez Disiplin Kurulu’na karar dikte etme tartışması ise kurulların bağımsızlığı adına tam bir faciadır.

Merkez denetleme ve Merkez disiplin kurullarımız Genel Kurul adına görev yaptıklarını unutmadan, örgütü koruyan, örgüt içi demokrasiyi ve ifade özgürlüğünü savunan bir yaklaşımda olmalıdır. Adaletle yönetilmeyen bir örgütün mücadele gücü zayıflar.

6- MYK, ALIM-SATIM YETKİSİ OLMADAN İŞLEM YAPAMAZ

Sendika araçlarının satılması konusunda Genel Kuruldan alınmış MYK yetkisi yokken, tutarları tartışmalı olan ve sendika çalışanları üzerinden yürütülen süreç, araç satışları konusunda şaibeler yaratmıştır. Tüm yönleri ile tartışmalı olan bu süreç en iyimser bakışla bile hatalar zinciri olarak nitelenebilir. Böylesine kurumsallık dışı yürütülen araç satış süreci en başından itibaren Merkez Denetleme ve Merkez Disiplin Kurulları eliyle kapsamlı olarak incelenmelidir. Sorumlular bağımsız kurullarımızda aklanmalıdır.

7- Örgütümüzün alınmasını beklediği Genel Merkez binası alım süreci aceleye getirilerek yine tartışmalı bir süreç yaratılmıştır. Aradan geçen 8 aylık süreye rağmen bina alım sürecine ilişkin bir bilgilendirme yapılmamıştır. Örgütümüzü içe döndüren tartışmaların temel nedeni şeffaflığın sağlanamamış olmasıdır. Bina alım sürecine ilişkin soru işaretlerinin giderilmesi için; bina fiyat ekspertiz raporu, beton performans testleri, bina sağlamlık raporu gibi bilgi ve belgeler ilgili komisyonun incelemesine açılmalı, komisyon tarafından da örgütümüze kapsamlı bir rapor sunulmalıdır. Örgütümüze ait mülk hakkında tabanın bilgi talebinin demokratik bir hak olduğu göz ardı edilmemelidir.

8- Genel Merkezdeki yönetim anlayışı değişikliği örgüt içi demokrasiyi ortadan kaldıracak niteliktedir. Bu sakat yönetim anlayışının son örneği ise MYK üyelerinin devre dışı bırakılarak danışmanların adeta alternatif MYK haline getirilmiş olmasıdır. Uzman ve teknik kadrolarımız mücadelemizin belirleyicisi değil besleyicisi olmalıdır.

Asıl olan, devrimci ilkelerle ve değerlerle bağdaşmayan bu sakat anlayışın tamamen terk edilmesi, örgütün, eğitim ve bilim emekçilerinin öncü örgütü olması hedefinin kişisel ikbal kaygılarına kurban edilmemesidir.

Örgütte geniş kesimlerce tartışılan gündem başlıkları konusunda ortaya koyduğumuz ortak değerlendirme ve taleplerimiz, örgüt kültürümüz, ilkelerimiz ve mücadele geleneğimiz çerçevesinde, örgüt içi tartışmaları dindirecek bir reçete olarak ele alınmıştır.

Örgütümüz içinde tartışmalı duruma gelen eşitlik, adalet, hukukun üstünlüğü, düşünceyi ifade etme özgürlüğü, eleştiri hakkı gibi demokrasi unsurlarının önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Örgüt içi demokrasinin örgütsel gelişimimizde vazgeçilmez olduğu gerçeği gözden kaçmamalıdır.

Örgüt içi tartışmaların dayanışmaya dönüştürülmesi için ortaya koyduğumuz taleplerin hızla yaşama geçirilmesi elzemdir. Mücadelemizi zayıflatan bu yaklaşımlarda ısrar edilmesi durumunda, taban olarak, antidemokratik uygulamalarla örgütümüzün daha fazla yara almasına seyirci kalmayacağımız bilinmelidir.

Umut bağladığımız örgütümüzde yaratılan sorunları örgütçü bir anlayışla mutlaka çözeceğiz.

Her şey örgütümüz için, her şey örgütlü emek ve sınıf mücadelesi için.

Yaşasın örgütlü mücadelemiz!

Yaşasın Eğitim-İş!

Yaşasın Birleşik Kamu-İş!

17 EKİM

DEVRİMCİ SENDİKAL MÜCADELE

HALKÇI KAMU EMEKÇİLERİ

İLKELİ SENDİKAL MÜCADELE

TABAN İNİSİYATİF

Devamını Oku