DOLAR 39,5851 -0.32%
EURO 45,6681 -0.99%
ALTIN 4.385,482,43
BITCOIN 4126316-0.41605%
İstanbul
24°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

Halkçı Kamu Emekçileri

Halkçı Kamu Emekçileri

10 Haziran 2025 Salı

Eğitim-İş Kamuoyuna

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Örgütümüzde demokratik unsurlar zayıflatılarak tek adamcı bir düzene doğru yönelme isteği, örgüt içi eleştiri ve özeleştiri mekanizmalarının işletilmemesi, şeffaflık-hesap verilebilirlik ilkelerinin göz ardı edilmesi, örgüt içi muhalefet üzerindeki baskıların artırılması gibi hukuk dışı ve antidemokratik uygulamaların yaygınlaşması örgütümüzün geleceğine yönelik kaygılarımızı artırmıştır.

AKP’nin emekçiler üzerindeki sömürü düzeni, ortaçağcı, gerici ve baskıcı saldırıları karşısında MYK başta olmak üzere yöneticilerin etkin bir mücadele örme yollarını aramak yerine, örgüt içi tartışmaları büyüten hasmane bir tutumla hukuksuz birçok karara imza attıklarını görüyor ve bu tablodan örgütümüz adına kaygı duyuyoruz.

Bu nedenle bir araya gelerek örgütümüze en çok zarar veren konularla ilgili yaptığımız tartışmalar ve değerlendirmeler sonucunda örgütümüzün öncelikli sorunlarına çözüm önerilerimizi örgütümüze gönül vermiş, Eğitim-İş’i büyütmek, emek ve sınıf mücadelesinin odağı yapmak için fedakarca çaba harcayan tüm dostlarımızla paylaşmayı zorunluluk olarak görüyoruz.

Bu kapsamda:

1- HUKUKSUZ BİR ŞEKİLDE GÖREVDEN ALINAN TEMSİLCİLİK YÖNETİCİLERİ GÖREVLERİNE İADE EDİLMELİDİR

İl ve ilçe temsilciliklerinin hukuksal statüsü tüzükte ve seçim yönetmeliğinde şubeler gibi belirlenmiştir ve seçimle göreve getirilmiş temsilcilik yöneticilerini görevden alma yetkisi MYK’da değildir. Tüzükte olmayan bir yetkiyi kullanarak yapılan hukuksuz görevden almalar iptal edilerek, görevden alınanlar görevlerine iade edilmelidir.

4688 sayılı yasaya atıfta bulunulsa da örgüt yöneticilerini görevden alma yetkisi MYK’ya hiçbir mevzuatta verilmemiştir ve bu uygulama kendi hukukumuzu çiğnemektir.

Ayrıca, hangi kademede olursa olsun herhangi bir organda eksilme olduğunda yedekler mutlaka göreve çağrılmalıdır.

Tüzük ihlalleri giderilerek kararlar geri alınmalıdır. Büyük bir özveriyle mücadeleyi büyütmeye çalışan örgüt kadrolarının, keyfi kararlarla haksızlığa uğratılmasına son verilmeli, hukukları, emekleri korunmalıdır.

Bu kapsamda Ankara/Mamak, Denizli/Merkezefendi, Balıkesir/Burhaniye temsilciliklerindeki görevden almalar iptal edilmeli, Hatay/Samandağ’da dilekçelerle ortaya konulan demokratik seçim talepleri karşılanmalıdır.

2- SENDİKAMIZA DANIŞMAN OLARAK ALINAN AKP BÜROKRATININ DERHAL SENDİKAMIZLA İLİŞİĞİ KESİLMELİDİR

Eğitim alanının ortaçağcı gericilik ve piyasacılık kıskacında can çekiştiği bir dönemde, MEB’de Daire Başkanı olarak üst düzey bürokratlık yapmış bir kişinin sendikamızda danışman olarak işe alınmasını doğru bulmuyoruz.

Gericiliğin karargahına atama ile bürokrat yapılmış bir kişinin sendikamızın karargahında yeri olmamalıdır. İlgili bürokratın sendikamızla ilişiği derhal kesilmeli, Eğitim-İş’in ilkelerine ve mücadeleci geleneğine aykırı olan bu istihdamın altında imzası bulunanlar özelleştiri vermelidir.

3- MAHKEME KARARLARI DERHAL UYGULANMALIDIR

Tüzüğe aykırlık nedeniyle mahkemelerden dönen MYK kararları hakkındaki yargı kararları ivedilikle uygulanmalıdır.

Örgüt içinde hak arayışına mecbur bırakılan yoldaşlarımızın hak arama süreçlerini uzatmak için, “henüz yargısal süreç tamamlanmadı” gerekçesi bahane olarak kullanılmamalıdır. Herkesin gözü önünde alanen yapılan usulsüzlükler, bir takım kişisel ikbal kaygılarıyla, bile isteye tolere edilmemeli, örgütümüze emek veren arkadaşlarımız son çare olarak mahkemelere başvuru yapmak zorunda bırakılmamalıdır.

4- TÜZÜK DEĞİŞİKLİĞİ

Örgütten gelen talepler yok sayılarak, MYK ataması ile Tüzük Komisyonu oluşturmak daha en başında demokratik bir tüzük umudunu baltalamıştır. Üstelik genel kuruldan tüzük değişikliği gündemli genel kurul toplama yetkisi de alınmamıştır.

Antalya Nolu Şube mahkeme kararının yanı sıra, bazı şubelerin devam eden genel kurul iptal davalarında olası iptaller de düşünüldüğünde, tartışmalı duruma gelecek bir genel kurul delegasyonu ile tüzük yapmaya çalışmak, genel kuruldan sonra tüzüğümüzün de tartışmalı duruma gelmesine yol açacaktır. Tüzüğümüzü hukuksal anlamda tartışmalı hale getirebilecek aceleci kararlardan kaçınılmalıdır.

5- DİSİPLİN VE DENETLEME KURULLARI BAĞIMSIZ OLMALIDIR

Disiplin ve Denetleme Kurulları MYK’nın alt kurulları değil, örgütün iradesini temsil eden bağımsız kurullardır. Bu kurullar, işleyişleri ile bağımsız, kararlarıyla adil olduklarını ortaya koymadıkça meşruiyet tartışmaları büyüyecektir.

Disiplin Kuruluna sevk, politik hesaplaşma aracına dönüştürülmemelidir. Dilekçe unsurlarındaki eksikler dışında filtreleme yapmadan tüm başvurular ilgili kurula sevk edilmelidir. MYK’nın kişiye özel uygulamaları Merkez Disiplin Kurulunu da zayıf düşürmektedir. MYK’nın Merkez Disiplin Kurulu’na karar dikte etme tartışması ise kurulların bağımsızlığı adına tam bir faciadır.

Merkez denetleme ve Merkez disiplin kurullarımız Genel Kurul adına görev yaptıklarını unutmadan, örgütü koruyan, örgüt içi demokrasiyi ve ifade özgürlüğünü savunan bir yaklaşımda olmalıdır. Adaletle yönetilmeyen bir örgütün mücadele gücü zayıflar.

6- MYK, ALIM-SATIM YETKİSİ OLMADAN İŞLEM YAPAMAZ

Sendika araçlarının satılması konusunda Genel Kuruldan alınmış MYK yetkisi yokken, tutarları tartışmalı olan ve sendika çalışanları üzerinden yürütülen süreç, araç satışları konusunda şaibeler yaratmıştır. Tüm yönleri ile tartışmalı olan bu süreç en iyimser bakışla bile hatalar zinciri olarak nitelenebilir. Böylesine kurumsallık dışı yürütülen araç satış süreci en başından itibaren Merkez Denetleme ve Merkez Disiplin Kurulları eliyle kapsamlı olarak incelenmelidir. Sorumlular bağımsız kurullarımızda aklanmalıdır.

7- Örgütümüzün alınmasını beklediği Genel Merkez binası alım süreci aceleye getirilerek yine tartışmalı bir süreç yaratılmıştır. Aradan geçen 8 aylık süreye rağmen bina alım sürecine ilişkin bir bilgilendirme yapılmamıştır. Örgütümüzü içe döndüren tartışmaların temel nedeni şeffaflığın sağlanamamış olmasıdır. Bina alım sürecine ilişkin soru işaretlerinin giderilmesi için; bina fiyat ekspertiz raporu, beton performans testleri, bina sağlamlık raporu gibi bilgi ve belgeler ilgili komisyonun incelemesine açılmalı, komisyon tarafından da örgütümüze kapsamlı bir rapor sunulmalıdır. Örgütümüze ait mülk hakkında tabanın bilgi talebinin demokratik bir hak olduğu göz ardı edilmemelidir.

8- Genel Merkezdeki yönetim anlayışı değişikliği örgüt içi demokrasiyi ortadan kaldıracak niteliktedir. Bu sakat yönetim anlayışının son örneği ise MYK üyelerinin devre dışı bırakılarak danışmanların adeta alternatif MYK haline getirilmiş olmasıdır. Uzman ve teknik kadrolarımız mücadelemizin belirleyicisi değil besleyicisi olmalıdır.

Asıl olan, devrimci ilkelerle ve değerlerle bağdaşmayan bu sakat anlayışın tamamen terk edilmesi, örgütün, eğitim ve bilim emekçilerinin öncü örgütü olması hedefinin kişisel ikbal kaygılarına kurban edilmemesidir.

Örgütte geniş kesimlerce tartışılan gündem başlıkları konusunda ortaya koyduğumuz ortak değerlendirme ve taleplerimiz, örgüt kültürümüz, ilkelerimiz ve mücadele geleneğimiz çerçevesinde, örgüt içi tartışmaları dindirecek bir reçete olarak ele alınmıştır.

Örgütümüz içinde tartışmalı duruma gelen eşitlik, adalet, hukukun üstünlüğü, düşünceyi ifade etme özgürlüğü, eleştiri hakkı gibi demokrasi unsurlarının önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Örgüt içi demokrasinin örgütsel gelişimimizde vazgeçilmez olduğu gerçeği gözden kaçmamalıdır.

Örgüt içi tartışmaların dayanışmaya dönüştürülmesi için ortaya koyduğumuz taleplerin hızla yaşama geçirilmesi elzemdir. Mücadelemizi zayıflatan bu yaklaşımlarda ısrar edilmesi durumunda, taban olarak, antidemokratik uygulamalarla örgütümüzün daha fazla yara almasına seyirci kalmayacağımız bilinmelidir.

Umut bağladığımız örgütümüzde yaratılan sorunları örgütçü bir anlayışla mutlaka çözeceğiz.

Her şey örgütümüz için, her şey örgütlü emek ve sınıf mücadelesi için.

Yaşasın örgütlü mücadelemiz!

Yaşasın Eğitim-İş!

Yaşasın Birleşik Kamu-İş!

17 EKİM

DEVRİMCİ SENDİKAL MÜCADELE

HALKÇI KAMU EMEKÇİLERİ

İLKELİ SENDİKAL MÜCADELE

TABAN İNİSİYATİF

Devamını Oku

Güneş Balçıkla Sıvanmaz 27 Mayıs Politik Devrimdir! Yaşasın Hürriyet ve Anayasa Bayramımız

Güneş Balçıkla Sıvanmaz 27 Mayıs Politik Devrimdir! Yaşasın Hürriyet ve Anayasa Bayramımız
0

BEĞENDİM

ABONE OL

27 Mayıs darbe değil, bir Politik Devrimdir. Jöntürk gelenekli Ordu Gençliğimizin, gerici, halk düşmanı, zalim, ABD’den bağımsız bir Bakan bile atayamayan Menderes-Bayar iktidarını alaşağı etmesidir.

O gerici Hükümet ki; daha iktidara yerleşir yerleşmez, kendilerini iktidara taşıyan ABD’ye yaranmak ve borcunu ödemek için 1350 vatan evladımızı Kore’de yok yere öldürtür. Böylece Adnan Menderes-Celal Bayar Halk çocuklarının kanlarını ellerine bulaştırır.

Mustafa Kemal ve Silah Arkadaşlarının öncülüğünde, milyonlarca cana mal olmak pahasına ve Lenin önderliğindeki Sovyetler Birliği’nin büyük desteğiyle Kuvayimilliyeci Atalarımızın zafere ulaştırdığı Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın zaferinin ardından, ülkemizi ABD Emperyalizmine göbekten bağımlı kılmak için NATO’ya sokan satılmış Adnan Menderes-Celal Bayar İktidarına karşı yapılmıştır, 27 Mayıs.

Halkımız ses çıkartamasın diye “Tahkikat Komisyon’u” kurulur. Açık ihanetlerini yazan, eleştiren gazeteciler cezaevine atılır. Seçim kazanılamayan Kırşehir İlçeye dönüştürülür, İnönü’nün seçim bölgesi Malatya bölünür, Adıyaman il yapılır.

Menderesgillerin, vatana ihanetleri saymakla bitmez. Menderesgiller, muhalefeti “kin ve husumet cephesi” olarak adlandırır. Demokrat Parti sözde “Vatan Cephesi”ni kurar. Radyodan her gün “Vatan Cephesi”ne katılanların isimleri okunur. Bu isimlerin bir kısmı hayali bir kısmı da mezar taşlarındaki isimlerdir. İlginçtir, bu taciz sonucu “Ajans Haberlerini Dinlemeyenler Derneği” kurulur, vatandaşlarımız tarafından.

İşte bu şartlar altında Vatan düşmanı, Halk düşmanı, Mustafa Kemal düşmanı, hak hukuk tanımaz, gerici DP iktidarına karşı 38 Aydın, Mustafa Kemalci genç subayın kılıcını atmasıdır 27 Mayıs. Hemen ardından gelir Türkiye’nin gördüğü en demokratik Anayasası olan 61 Anayasası. İşte bu Demokratik Anayasayı ortadan kaldırmak, kazanımlarını yok etmek için tezgâhlandı 12 Mart ve 12 Eylül Faşist Darbeleri

Anayasa Mahkemesi de 27 Mayıs Politik Devrimi’nin eseridir.

Marksist Klasikler bu süreçte Türkçeye kazandırılır ve Sosyalizm artık serbestçe konuşulur hale gelir. İş Yasasında yapılan değişikliklerle İşçi Sınıfımız grev hakkına kavuşur. Bu sınırlı da olsa gelen örgütlenme özgürlüğü ortamı içerisinde, 1965’te Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), 1967’de ABD yapımı sarı gangaster TÜRK-İŞ’e karşı Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurulur. İşçi Sınıfımızın müttefiki Aydın Gençliğimiz, dünyadaki sol rüzgarların etkisiyle ve sınırlı da olsa oluşan özgürlük ortamında 68 Kuşağı olarak tarihe geçen tüm dünya çapındaki Devrimci Kuşak içerisinde yerini alır. Denizler ve Mahirler de Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın etkisiyle kendilerini İkinci Kurtuluş Savaşçıları olarak nitelendirirler ve 27 Mayıs Politik Devrimi’ni sahiplenirler.

Türkiye Devrimin Önderi Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın dediği gibi Ordu Gençliğinin, bugün bir CIA Pentagon yapımı AKPgiller iktidarı eli ile yaptırdığı operasyonlara rağmen genç teğmenler Mustafa Kemalin askeri olmaya devam ediyorlar. Biz hep söylediğimiz gelenekler birkaç on yılda yok olmaz azalır, aşınır ama varlığı sürdürmeye devam eder.

Biz Halkçı Kamu Emekçileri olarak 27 Mayıs Politik Devrimini savunacağız. ABD – AB ağzı ile 12 Mart ve 12 Eylül ile 27 Mayısı asla ama asla eşdeğer görmeyeceğiz.

Ve hep söylediğimiz gibi; 27 Mayıs, Birinci Kuvayımilliye’nin, 12 Mart ve 12 Eylül Mandacılığın devamıdır!

O bakımdan 27 Mayıs Politik Devrimi’nin yıldönümünü ne kadar kutlasak yeridir!

Yaşasın 27 Mayıs Politik Devrimi!

Yaşasın Hürriyet ve Anayasa Bayramımız!

Bağımsızlık Bizim Karakterimizdir!

Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız!

27 Mayıs 2025

Halkçı Kamu Emekçileri

Devamını Oku

ABD Emperyalist Haydudunun ve yerli uşaklarının “Terörsüz Türkiye” diye halkımıza yutturmaya çalıştığı ihanet projesi, BOP’un Türkiye ayağının hayata geçirilmesi için atılmış ilk somut adımdır!

ABD Emperyalist Haydudunun ve yerli uşaklarının “Terörsüz Türkiye” diye halkımıza yutturmaya çalıştığı ihanet projesi, BOP’un Türkiye ayağının hayata geçirilmesi için atılmış ilk somut adımdır!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bilindiği gibi ülkemizde son günlerin en önemli gündemi, 1991’de Sosyalist Kamp’ın yıkılması sonrasında dümeni ABD Emperyalizmine kıran Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi PKK’nin “silah bırakma” ve “fesih” kararını açıklaması olmuştur. Konu, sendikamız Eğitim-İş’te de yoğun bir biçimde tartışılmakta, gördüğümüz kadarıyla kafa karışıklığı yaşanmaktadır.

Şurası kesindir ki bu kafa karışıklığının nedeni, dünya halklarını kan ve gözyaşına boğan emperyalizmin, özellikle de 1945 sonrası dünyanın jandarmalığını İngiltere’den devralan ABD Emperyalizminin ve yörüngesindeki uşaklarının niteliğinin tam olarak kavranamamasıdır.

“Terörsüz Türkiye” kandırmacasıyla halkımıza kabul ettirilmeye, şirin gösterilmeye çalışılan ihanet projesinin tüm baş aktörleri (PKK, DEM Parti, AKP, MHP), Che Guevara’nın deyimiyle “İnsan soyunun en büyük düşmanı” olan ABD Emperyalist Haydut Devletinin kuklası, piyonu, uşağıdır. “Barış” demagojileriyle cilalanan söz konusu ihanet projesinin temel amacı ise Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye ayağının hayata geçirilmesidir. ABD-AB Emperyalistleri, bilindiği gibi bu proje kapsamında Irak, Libya ve son olarak Suriye’yi cehenneme çevirmişler, parçalamışlar, milyonlarca insanı katletmişlerdir. Haritası NATO envanterine girmiş, NATO Kolejlerinde okutulmakta olan bu emperyalist projede sıra, kuşkusuz İran ve Türkiye’dedir.

PKK’nin daha başında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlaşması olan Lozan Antlaşması’na ve Sosyalizme saldırdığı, tıpkı Batılı Emperyalist Efendileri gibi Türkiye’yi soykırımcılıkla suçladığı “Fesih Açıklaması”ndan da açıkça anlaşılacağı gibi; ortada koşulsuz bir silah bırakma ya da fesih yoktur. Böyle bir şey zaten eşyanın tabiatına aykırıdır çünkü dünya tarihi, hiçbir silahlı gücün yenilmediği sürece silah bırakıp kendini feshetmesine şahitlik etmemiştir. Yani ABD kuklası PKK tarafı, bir başka ABD kuklası olan AKP-MHP ittifakıyla pazarlık etmiş, karşılıklı olarak mutabakata varılmıştır.

Peki, Türkiye’nin başına ABD Emperyalistleri tarafından bir lanet halkası gibi dolanmış olan AKP’giller iktidarıyla PKK arasındaki süreç başarıya ulaşırsa ne tür sonuçlar ortaya çıkacaktır?

Öncelikle her iki Amerikancı ve Türkiye düşmanı taraf el ele vererek Lozan Antlaşması’nı ortadan kaldıracaktır. Lozan’ın antitezi Sevr’dir, bilindiği gibi. CIA Dincisi AKP de, CIA Milliyetçisi MHP de tıpkı PKK-DEM gibi Sevrcidir. Bir asır önce Mustafa Kemal önderliğinde Kuvayimilliyeci Atalarımızın sadece bir kağıt parçasına dönüştürüp çöpe attığı Sevr’in güncellenmiş hali olan BOP ise Türkiye’nin en az üç parçaya bölünmesi demektir.

 Ayrıca yine BOP ile uyumlu yeni bir Anayasa hazırlanacaktır. Bu Anayasa, AKP’giller’in Reisi’ne ömür boyu iktidarını sürdürme imkânı verecektir. Ayrıca kuvvetle muhtemeldir ki Cumhurbaşkanının 4 yıllık yüksekokul diplomasına sahip olması şartını öngören Anayasanın 101. Maddesi değiştirilecek ve AKP’giller’in Diplomasız Reisi’nin önü bu konuda da açılacaktır.

ABD yönetimindeki bu projenin figüranları süreci bir anda değil, aşama aşama halkımıza kabul ettirmeye çalışacaklardır. Bir süre Anayasacılık oynadıktan sonra Türkiye’nin parçalanması için silahlı aşamaya gelindiğini düşündükleri anda ABD-AB’li efendilerinin tam desteğiyle bu aşamayı da tamamlamak için bütün güçleriyle çaba sarf edeceklerdir.

Bilindiği gibi Suriye’nin Ortaçağcı HTŞ eliyle ABD, AB, Siyonist İsrail ve AKP’giller tarafından çökertilmesinin ardından PKK’nin Suriye’deki kolu olan PYD/YPG; Suriye topraklarının yüzde 25’ini, petrol alanlarının ise yüzde 70’ini kontrol altında tutmaktadır. ABD-AB Emperyalistlerinin, hava savunma sistemleri dahil binlerce TIR’lık silah sevkiyatı yaptığı PYD/YPG artık devletleşmiştir. Yani bu bölgede Yankee’ye petrol bekçiliği yapacak ikinci bir İsrail zaten kurulmuştur. Dolayısıyla PKK’nin kendini feshettiğini açıklaması göz boyamadan, AKP’giller’le el ele çilekeş halkımızı kandırmaktan başka bir şey değildir.

Kimse boş hayallere kapılmasın:

“Barıştan yanayız” gibi soyut, içi boş, hiç kimsenin karşı çıkmayacağı söylemler barış da getirmez, kardeşlik de getirmez, özgürlük de getirmez, eşitlik de getirmez. Emperyalizm dünyada var olduğu sürece gerçek anlamda bir barıştan söz edilemez. ABD’nin orkestra şefliğinde ilerlediği apaçık bir şekilde ortada olan bir süreçten barış da çıkmaz, kardeşlik de çıkmaz. Çıksa çıksa Yugoslavya’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de olduğu gibi ölüm, kan, gözyaşı ve tarifi imkânsız acılar çıkar. Bu süreçten çıksa çıksa üç parçaya bölünmüş bir Türkiye, binlerce yıldır kardeşçe yaşayan Türk ve Kürt Halkının düşmanlaşması çıkar.

Antiemperyalizm, Antifeodalizm ve Antişovenizm ilkelerine sadakatle bağlı olan Halkçı Kamu Emekçileri olarak bir kez daha altını çiziyoruz:

Otuz iki kısım tekmili birden Amerikan uşaklarının “barış”, “terörsüzlük”, “kardeşlik” demagojileriyle halkımıza yedirmeye çalıştığı ihanet süreci, BOP’un Türkiye ayağının yaşama geçirilmesi adına atılmış ilk somut adımdır. Bu süreci açıktan ya da utangaç biçimde savunan herkes, istese de istemese de ABD Emperyalist Haydudunun ve yerli uşaklarının saflarına savrulmuş olur.

Dolayısıyla Sendikamızın ve Konfederasyonumuzun bu hain plana karşı amasız, fakatsız, şerh koymadan, doğrudan karşı çıkması gerekir.

Şu gerçekliği netçe kavramamız gerekir: “Barış”, “terörsüzlük”, “kardeşlik”; insan soyunun en büyük düşmanları olan ABD ve AB Emperyalistlerini ve bu haydutlara ruhlarını gönüllüce satmış, teslim etmiş Yerli İşbirlikçilerini ülkemizden ve Ortadoğu’dan geldikleri gibi gönderdiğimiz zaman gelecektir.

Halkçı Kamu Emekçileri olarak ABD-AB Emperyalistlerine, Türkiye’deki kuklalarına ve onların ihanet planlarına karşı mücadelemiz sürecektir.

Kahrolsun ABD-AB Emperyalizmi ve Yerli Uşakları!

Yaşasın Halkların Kardeşliği!

14 Mayıs 2025

Halkçı Kamu Emekçileri

Devamını Oku

SOMA’yı Unutursak İnsanlığımızı da Unutalım…

SOMA’yı Unutursak İnsanlığımızı da Unutalım…
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Kiminin yanarak, kiminin dumandan boğularak kiminin de göçük altında kalarak yaşamdan kopartıldığı, 301 maden işçisinin ölümün kucağına terk edildiği günün yıldönümü.

11 yıl önce açlık, yoksulluk ve işsizlik cehenneminden kaçarken bir lokma ekmek uğruna indikleri maden ocağında, bir avuç kömür için katledildi 301 madenci.

Soma Katliamı Davası’nda patronlara ödül gibi cezalar verildi. Patronlar, ölen her bir madenci kardeşimiz için sadece 8 gün hapisle cezalandırıldı.

 Şimdi aynı mahkemeler, katliamdan sadece 47 gün önce madeni denetlemeye gelip “Hiçbir eksik yoktur.” raporu vermiş kamu görevlilerini yargılıyor. Ama onlara da ödül gibi suçlamalar yapıyorlar. Yatarı bile olmayan, kıytırık suçlamalarla konuyu kapatmaya çalışıyorlar. Bunlardan birisi mahkemede “Ben neden buradayım bilmiyorum” dedi. Onlara mahkemede 301 madencinin ailelerinin verdiği cevabı aynen tekrarlıyoruz: “Siz suçsuz, patronlar suçsuz, sendikalar suçsuz, devlet suçsuz. O zaman 301 neden öldü? Biz mi suçluyuz?” Bu yargılamalar da madenciye atılan bir tekmedir.

Soma Katliamı’nın 11. yılında hala bu ülkede madenciler Ermenek’te, Bartın’da, Siirt’te, Denizli’de, Şırnak’ta, İliç’te; AKPgillerin bekçiliği yaptığı Parababalarının sömürü düzeni madencilerin hayatını çalıyor. Buna kader diyorlar. Çalışırken ölmek neden sadece işçilerin kaderinde var?

Halkçı Kamu Emekçileri olarak ;

Ne Soma’yı ne de sana atılan o tekmeyi unuttuk!

Soma’nın ve tüm iş cinayetlerinin hesabını soracağız!

İnsanı sağmal sürü yerine koyan bu kanser düzenini yıkıp,

Halkın iktidarını kuracağız!

Kahrolsun Parababalarının Sömürü ve Soygun Düzeni!    (13.05.2025)

Halkçı Kamu Emekçileri

Devamını Oku

23 Nisan: Halkın İradesinin Zaferi

23 Nisan: Halkın İradesinin Zaferi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

23 Nisan 1920, Türk milletinin esaret zincirlerini kırarak kendi kaderine sahip çıktığı, millet egemenliğinin ilan edildiği gündür. Bu tarih, sadece bir meclisin açılış tarihi değil; halkın iradesinin, manda ve himaye karşısında dimdik duruşunun, bağımsızlık idealine olan sarsılmaz inancının simgesidir.

Anadolu toprakları, emperyalist işgallerle parçalanmak istenirken, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde halkın bağrından doğan bir direniş meşalesi yakıldı. 23 Nisan’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, saltanatın değil milletin söz sahibi olduğu yeni bir rejimin temellerini attı. Artık karar, saraylarda değil, milletin temsilcilerinin olduğu mecliste alınacaktı.

Ancak bugün, TBMM halkın egemen olduğu bir alandan çok uzak ne yazık ki. 105 yıl önce savaştığımız mandacılar bugün meclisi kuşatmış durumda. Ulusal Egemenliğin yerle bir edildiği, tek adamın başkanlığının tartışıldığı yer haline gelmiş maalesef. KuvayiMilliye yadigarı tüm değerlerimiz azgın bir saldırı karşısında bir bir yok edilmekte. Tüm ulusal değerlerimize saldıran AKP’giller, ulusal bayramlarımızın da içini boşaltarak ve kutlamaları yasaklayarak Cumhuriyete, Laikliğe kin kusmaktalar. Ulusal egemenliğin tek adam diktatörlüğüne götürüldüğü dönemi yaşıyoruz. 105 yıl sonra bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi veren, kurtuluş mücadelemizi yürüten meclisin yerini, ülkenin her karış toprağını AB-D Emperyalistlerine hizmete açmış meclis almış ne yazık ki…

23 Nisan Çocuk Bayramıdır. Mustafa Kemal tarafından geleceğimiz olan çocuklara armağan edilmiştir. Dünyada bir ilktir. Tüm dünya ülkeleri içerisinde çocuklar için bayram ilan eden ülkemizin içine düştüğü durum içler acısıdır. Eğitim sistemimizin Ortaçağcı gericilikle donatıldığı, laik eğitim sisteminin kökünün kazındığı bu dönemde, çocuklar tacize uğruyor, öldürülüyor. Kız çocukları okul çağında evlendiriliyor. Çocukların eğitim hayatlarından uzaklaştırıldıklarını, eğitimden mahrum hale getirildiklerini, çocuk işçiliğinin arttığını her gün içimiz parçalanarak okuyor, yaşıyoruz.

Laiklik, sosyal adalet, halkın egemenliği ve kadın hakları gibi cumhuriyetin temel taşları hedef alınmakta; çocuklarımız yoksulluk, eğitimsizlik ve umutsuzlukla baş başa bırakılmaktadır. Bu düzen ne çocuklarımıza ne de bizlere bir gelecek vadediyor. Egemenlik, bir kişinin ya da bir zümrenin değil; ulusundur.

Tıpkı Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda olduğu gibi İkinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda da nihai zafere ulaşıp ABD ve AB Emperyalistlerini ve onların yerli işbirlikçilerini bir daha gelmemek üzere bu topraklardan defedeceğiz

Geleceğimizi geri almak için, çocuklarımız için, halkın yarını için birlikte mücadele edeceğiz.

Yaşasın halk egemenliği!
Yaşasın laik, demokratik ve bağımsız bir cumhuriyet mücadelemiz!

Halkçı Kamu Emekçileri

Devamını Oku