Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri’nin Eğitim-İş 6’ncı Olağan Genel Kurul Değerlendirmesi

Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri’nin Eğitim-İş 6’ncı Olağan Genel Kurul Değerlendirmesi

Sendikamız Eğitim-İş’in 6’ncı Olağan Genel Kurulu, 28-29 Ağustos 2021 tarihlerinde Ankara’da yapıldı.

Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri olarak bir önceki yani 5’inci Olağan Genel Kurul üzerine, 2017 yılının Ağustos ayında kaleme aldığımız değerlendirme yazısına “Eğitim İş 5. Olağan Genel Kurulunun Ardından: Heyecansız, coşkusuz, sönük bir Genel Kurul ve ölü doğan bir MYK” başlığını uygun görmüştük.

Ne yazık ki aradan geçen dört yıl, söz konusu değerlendirme yazısında ifade ettiğimiz somut gerçeklikleri bir kez daha kanıtlamıştır. Tıpkı 5’inci Olağan Genel Kurul gibi, ölü doğan MYK tarafından yönetilen sendikamız bu dört yıl içerisinde heyecansız, coşkusuz, sönük ve kısır bir dönem geçirmiştir.

Sendikamızın eylemsizliğe mahkûm edildiği dört yıl

Son iki yılına Koronavirüs Pandemisinin damgasını vurduğu bu dört yıl içerisinde sendikamız, kamu emekçilerini bir bütün halinde kucaklayacak politikalar üretememiş, alanlara çıkmamış, tarihinde ilk kez üye kaybıyla yüz yüze gelmiştir.

ABD-AB Emperyalistlerinin, İngiltere’nin ve Siyonist İsrail’in bir projesi olan, onların uşaklığını yaparak Türkiye’de iktidarı gasp etmiş olan ve yine aynı güçler tarafından 19 yıldır iktidarda tutulan AKP İktidarının; milyonlarca işçi-emekçi fabrikalarda, tarlalarda, imalathanelerde, ofislerde çalışmak için her gün yollara düşmesine rağmen riyakârca yaptığı “Evde Kal” çağrılarına son iki yıl içerisinde Sendikamız MYK’sı tarafından gönüllüce riayet edilmiştir anlaşılan. Sendikamız “Evde Kalmış”, alanlara çıkmamış, Eğitim ve Bilim Emekçilerinin dağlar gibi sorunlarına çözüm üretecek bir mücadele hattı izlememiştir.

Bu eylemsizliğe, sessizliğe, Genel Kurul’da pandemi nedeniyle sokağa çıkma yasakları gerekçe gösterilmiştir. O zaman bakın Nakliyat-İş’in son iki yıldaki mücadelelerine, örgütlenmelerine; öğrenin nasıl mücadele edildiğini. Bilirsiniz; bilmemek ayıp değildir, öğrenmemek ayıptır.

Tamam, sokağa çıkamadınız; peki pandemi ile gelişen, yaygınlaşan Zoom gibi çeşitli çevrimiçi uygulamalar üzerinden üyelerinizi bilgilendirme, Türkiye’nin sorunları konusunda ufuklarını açma toplantıları, seminerleri, eğitim çalışmaları yapmak, bu toplantılara bilim insanlarını davet etmek, üyelerin düşüncelerini almak da mı aklınıza gelmedi? Yapamıyorsanız, nasıl olsa alıştınız organizasyon şirketleri tutmaya, bir danışma şirketine soruverseydiniz, onlar söylerdi…

Kısacası 5’inci Dönem MYK’sı, adını Eğitim-İş tarihine başarısız bir MYK olarak yazdırmıştır.

Fakat burası Türkiye, Şark Toplumu. Belli makam ve mevkilere erişmiş olan insanlardan “Biz başarısız olduk, layıkıyla yönetemedik” ikrarını beklemek ne yazık ki beyhudedir…

Bu acı gerçeği 6’ncı Olağan Genel Kurul’da da net bir şekilde deneyimlemiş olduk.

Kürsüye çıkan 5’inci Dönem MYK üyeleri – ki birkaçı 6’ncı Dönem için de aday oldu – estiler, kükrediler, vaatlerde bulundular, kendilerini başarılıymış gibi göstermeye kalktılar ama hiçbir surette geçtiğimiz dört yıldaki başarısızlıklarına ilişkin dürüstçe özeleştiri vermeye yanaşmadılar. Zaten özeleştiri gibi bir kültüre sahip olsalardı, 6’ncı Dönem için aday olmayı akıllarından bile geçirmemeleri gerekirdi. Geçelim…

Beş yıldızlı otelde devrimci ahkâmlar

Genel Kurulumuz ne yazık ki bu yıl da beş yıldızlı bir otelde, hem de Türkiye’de sarı-gangster sendikacılığın bayraktarlığını yapan Türk Metal’le bağlantılı bir otelde gerçekleştirildi. Bu noktada hiç kimse kalkıp da bize “Eğitim-İş delegeleri her şeyin en iyisine layıktır” gibi harcıâlem ifadeler kullanmasın. Elbette ki Genel Kurul delegelerinin rahat etmesi, ihtiyaçlarının karşılanması Eğitim-İş MYK’sı için önemli bir görevdir. Sadece Eğitim-İş delegeleri değil tüm Eğitim-İş üyeleri, tüm kamu çalışanları hatta işkolu veya hizmet kolu gözetmeksizin tüm emekçiler her şeyin en iyisine layıktır.

Ancak bu konuda Eğitim-İş MYK’sının aşırı derecede bir savurganlık içerisine girdiği, üyelerin aidatlarından başka geliri olmayan sendikamızın kaynaklarını daha fazla lüks uğruna pervasızca kullandığı da bir gerçektir. Bu durum, Devrimci Sınıf Sendikacılığının en önemli ilkelerinden biri olan “Sendikal Tutumluluk” ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Bilindiği gibi lüks ve şatafata boğulmuş kongreler, etkinlikler Türk-İş gibi sarı sendikaların-konfederasyonların geleneğinde vardır; Devrimci Sınıf Sendikacılığını rehber edinmiş sendikaların değil.

Buna yönelik eleştirilerimize Sabık Genel Başkan’ın kendince verdiği cevap da işin bir başka trajikomik yönüdür. “Kongreyi depoda mı yapsaydık?” gibi akla ziyan bir savunma yapan Orhan Yıldırım, aslında bu cümlesiyle dahi dünya görüşünü ve düşünce metodunu ele vermektedir: Yıldırım’a göre kongre ya depoda yapılır ya da beş yıldızlı otellerde yapılır, Yıldırım’ın mantığı budur. Sanıyoruz bu mantık karşısında Aristo bile mezarında ters dönmüştür.

 Kolektif Aksiyon Gücünün öldürülüşü: Hizmet satın alımı ve savurganlık

Kongrenin hazırlık aşamalarında tamamıyla hizmet satın alımı yoluna gidilmiştir. Kongre salonu profesyonel bir şirket tarafından hazırlanmıştır. Bu, sendika içerisindeki kolektif aksiyon gücünün-geleneğinin yok olmasına sebep olabilecek, son derece tehlikeli bir geleneğe kapı aralayabilecek bir durumdur. Her zaman ifade ettiğimiz gibi “Hiçbir şey, insanları ortak iş yapmak kadar bir araya getiremez.”

Ne yapılması gerekirdi?

Kongrenin hazırlık aşamalarında Eğitim-İş delegelerine-üyelerine görevler verilmesi gerekirdi. Tutulan mütevazı fakat ihtiyacı karşılayacak bir salondaki tüm hazırlıkların bizzat Eğitim-İş’liler tarafından yapılması gerekirdi. Eğitim-İş, yöneticilerinin veya üyelerinin-delegelerinin ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmadığı aristokratik bir yapı değildir. Şüphesiz ki salonu birlikte dekore eden, gerekli hazırlıklar için ter döken Eğitim-İş üyelerinin sendikayla olan bağı çok daha güçlenecektir. Bu hamallık değil, mücadelenin bir parçasıdır. Hiçbir Eğitim-İş’li de bu tür görevlerden gocunmaz, gocunmamalıdır.

Kongreye gelenlerin anımsayacağı gibi Sabık Genel Başkan, bizim sorumuz üzerine (ilginç bir şekilde kürsüde, o anda hesap yaparak) kongre maliyetinin 600 bin TL olduğunu dile getirmiştir. Ki önce rakam vermek istemedi, bir önceki genel kurulun %20 fazlası dedi. Israrımız üzerine rakam telaffuz etmek durumunda kaldı. Kısacası kıvrandı durdu. Daha sonraki duyumlarımızda bu maliyetin 700 ila 900 bin TL arasında olduğunu öğrendik. Açıkçası toplam maliyetin tam olarak ne kadar olduğunu hâlâ bilmemekteyiz. Ancak zikredilen bu rakamlar dahi bize göre savurgan bir tutumun göstergesidir. Üyelerle kolektif bir şekilde rahatlıkla yapılacak işler için kolaya kaçıp üyelerin aidatlarıyla hizmet satın almak “kurumsallaşma” ya da “profesyonelleşme” değildir. O zaman örgütlenme için okullara gidip Eğitim-İş’in propagandasını yapacak “profesyonellere” bastıralım parayı, olsun bitsin…

Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri olarak bir hak teslimi yapmak da boynumuzun borcudur: Delegasyon içerisinde sadece Tekirdağ Şube Başkanı Barış Özer arkadaşımız kongrenin yapıldığı koşulları, “profesyonel” hizmet satın alımını, savurganlığı eleştirmiştir. Kendisini bu tutumundan dolayı kutluyoruz. Biz ve Barış arkadaş dışında bu konuya hiç kimsenin değinmemiş olmasını ise üzüntüyle karşılıyoruz.

Denizler’i, Mahirler’i savunmak onları hem teoride hem pratikte savunmaktır

6’ncı Olağan Genel Kurulumuz işte böylesine şartlar altında başladı. Kongrenin başında izleyicilere seyrettirilen “Orhan Yıldırım Filmi”nin ardından Sabık Genel Başkan kürsüye çıkarak bir konuşma yaptı. Sendikamızın üye kaybına hiç değinmeksizin anlattı da anlattı. Ve konuşmasını Deniz Gezmiş’in babasına yazdığı veda mektubundan kimi pasajları gözyaşları içinde okuyarak bitirdi. Kürsüdeki ilk ve sonraki konuşmalarında da bolca Deniz Gezmiş’ten, Mahir Çayan’dan hatta ne hikmetse “Kahrolsun Kemalist Faşist Diktatörlük” diyen ve Denizler’in devrimci ortamdan tecrit ettiği İbrahim Kaypakkaya’dan söz etti.

Denizler, Mahirler elbette ki kimsenin tekelinde değildir. Onlar İstiklal-i Tam Türkiye için hiçbir tereddüt göstermeden darağacına yürüyen, CIA-Kontrgerilla tezgâhlarıyla alçakça katledilen ölümsüz devrimcilerdir. Ne kadar anılsalar, ne kadar yüceltilseler azdır.

Ancak…

Orhan Yıldırım’a hatırlatmak isteriz ki Denizler, Mahirler Sosyalizm Davasına gönül vermişlerdi. O dava uğruna canlarını feda ettiler. Denizler’i anmak demek Sosyalizm Davasını hem teorice hem pratikte savunmak demektir. Denizler, Mahirler beş yıldızlı otellerin duvarlarına resimleri asılarak anılmaz, savunulmaz. Onları savunmak için öncelikle ideolojilerini savunmanız, o ideolojinin gereklerini pratikte yerine getirmeniz gerekir.

Denizler’i, Mahirler’i sahipleniyoruz diyorsanız; onların Ortaçağcı Gericiliğe karşı mücadelesini de sahipleneceksiniz. Ortaçağcı Gericiliğin günümüzdeki temsilcisi AKP’nin Bakanından umut beklemeyeceksiniz. Denizler’i Mahirler’i sahipleniyorsanız, onların faşizme karşı mücadelesini de sahipleneceksiniz. Faşist Türk Metal’in beş yıldızlı otellerinde Genel Kurul yapmayacaksınız.

Ve TÖS’ün, TÖB-DER’in devamcılarıyız diyorsanız; “Benim dilim sadece kitaplardan öğrenilmiş değildir. Evimizde, köyümüzde, Türkçenin olduğu her yerde çocuklardan, kadınlardan, okumuş okumamış halkımızdan emdiğim Türkçedir benim dilim. Halkımın göğüsleri bereketle dolu olduğu için, ben de onu eme eme büyüdüğüm için, gürbüz bir yazar olabilmişimdir” diyen Fakir Baykurt’un sözlerini ve boy boy fotoğraflarını asıyorsanız salona, işte o zaman “Anadolu Hotels Downtown Ankara”da Genel Kurul yapmayacaksınız.

NATO’cu Partiye davet, Gerçek Devrimci Partiye sansür

Mesela Denizler’i zikrediyorsanız, Genel Kurula “İyi Parti” adlı Kontrgerilla partisini davet etmemeniz gerekir. Denizler devrimci yaşamları boyunca yerli işbirlikçilerin yanı sıra ABD-AB Emperyalistlerine ve onların ekonomik, siyasi, askeri ve casus örgütlerine; CIA’ya, NATO’ya karşı mücadele etmişlerdir. Bir taraftan Deniz’in veda mektubunu gözyaşları içinde okuyacaksınız, bir taraftan parti programında NATO güzellemesi yapan (bakınız: İyi Parti’nin güncel Programı, s. 37), 1990’ların faili meçhuller kraliçesi M. Akşener’in partisini kongreye davet edeceksiniz. İşte biz buna sessiz kalmayız, nitekim kongre sürecinde de kalmadık.

Olayın en vahim yönlerinden biri de kongreye davet edilen siyasi partilerin neye göre belirlendiğidir. Bilindiği gibi 6’ncı Olağan Genel Kurula sadece CHP ve İyi Parti davet edilmiştir. Kongrede de sorduk, demagoji dışında net bir yanıt alamadık. O sebeple buradan tekrar soruyoruz:

Kongreye davet ettiğiniz siyasi partileri hangi kritere göre belirlediniz?

Mecliste gruplarının bulunup bulunmamasına göre mi?

Böyle bir kriter olabilir mi? Kongreye mi davet ediyorsunuz, hazine yardımı mı yapıyorsunuz?

Eğer bu kritere göre davrandıysanız, AKP’yi, MHP’yi, HDP’yi vs. neden davet etmediniz?

Millet İttifakı bünyesinde olmak mıydı kriter?

Eğer böyleyse Saadet Partisi’ni neden davet etmediniz? İyi Parti’den ne farkı var?

Gerçekler acıdır; Eğitim-İş’in geleceği açısından, bir daha böyle bir hataya düşülmemesi açısından aslında bildiğimiz ama kabullenmekte zorlandığımız o kriterleri biz açıklayalım:

Kongreye moda deyimle “konjonktürel olarak” sadece iki siyasi partinin davet edilmesi siyasi ikbal beklentisinden başka bir şey değildir. Sendikamızda bugün “Eğitim-İş’in KESK’leştirilmesi” paranoyasından daha aktüel ve daha gerçek bir tehlike söz konusudur: Eğitim-İş’in ideolojik olarak sağa çekilmesi, düzene entegre edilmesi.

Eğitim-İş içerisinde bizzat fiili olarak çalışma yürüten biz Halkçı Kamu Emekçilerinin benimsemekten ve saflarında mücadele etmekten onur duyduğumuz Halkın Kurtuluş Partisi iradi olarak davet edilmemiştir örneğin. Yanlış anlaşılmasın; HKP’nin Eğitim-İş’in davetine filan ihtiyacı yoktur. Ama bu tutum, en hafifinden ayrımcılıktır.

Bu ayrımcılığın sebebini sorduğumuzda ise yine akla ziyan bir açıklama geldi Sabık Genel Başkan’dan:

“Siz zaten o partiyi temsil ediyorsunuz, sizin zamanınızdan azalma olmasın diye çağırmadık” minvalinde bir cevap verdi.

Efendi, efendi; bırak demagoji yapmayı. Siyasi parti temsiliyeti ayrı bir şey, hangi partiyi benimserse benimsesin adayların konuşmaları ayrı bir şey. Üstelik bunların birisi ilk gün, diğeri ikinci gün yapılıyor. Bunca yıldır sendikadasın, bunu bilmiyor musun? Kimi kandırdığını zannediyorsun? O halde CHP ve İyi Parti’den konuşma yapanlar kimin zamanından çalmış oluyor?

Sabık Genel Başkan bir de kürsüden bu konuya ilişkin “Kapımızı çalanları davet ettik” diyor. Sizin için önemli olan tek şey bürokratik ziyaretler midir? Eğitim-İş tarihindeki en militan eylemlerde, Laik Eğitim ve Emeğe Saygı Yürüyüşünde, İstanbul’da polis saldırısıyla sonuçlanan 1 Mayıs’larda ve daha nicelerinde Halkçı Kamu Emekçilerinin en ön saflarda yer aldığını adınız gibi biliyorsunuz. Kapınızı çalmaktan daha az şeyler midir bunlar? Açıkça deyin ki biz Millet İttifakı’na göz kırptığımız, bize de bir şey düşer mi acep, dediğimiz için sadece iki partiyi davet ettik, diğerlerini etmedik. Bunu söyleyin ki en azından tutarsızlığınızda tutarlı olduğunuzu anlayalım.

Açıklayamadığınız ama sizleri de rahatsız eden bir kriteri daha söyleyelim. Sanırız HKP’nin ve yöneticilerinin ve de biz Halkçı Kamu Emekçilerinin her platformda dile getirdikleri “Meclisteki Amerikancı Beşli Çete” söyleminin yapılan konuşmalarda bir kez daha dile geleceğini ve bunun da CHP ve İyi Parti temsilcilerini rahatsız edeceğini düşündünüz. Haydi bunu da söyleyin. Bekliyoruz itiraflarınızı…

İlkesiz, Amorf İttifaklar

6’ncı Olağan Genel Kurul’a damgasını vuran şeylerden biri de, bilindiği gibi, grupların kendi aralarında gerçekleştirdikleri; kombinasyonlara, kâğıt kaleme, hesaba dayalı ittifaklar oldu. Geçmişte de söyledik, kongre sürecinde de söyledik, bir kez daha söylüyoruz:

İttifaklar, en azından asgari düzeydeki ilkeler çerçevesinde bir araya gelerek yapılır. İttifakı oluşturan unsurlar somut bir program üzerinde uzlaşarak bir araya gelir.

Ancak ne yazık ki 6’ncı Olağan Genel Kurulundaki ittifaklar oluşturulurken bu tür kriterler hesaba dahi katılmamıştır. Daha düne kadar kendilerini akla kara gibi farklı gösteren “Hazirancılar”la “Yol Arkadaşları”, “İlkeliler”le Sabık Genel Başkan’ın grubu ittifaklar yaparak listeler çıkarmıştır. Burada seçim algoritmalarına, hesaplarına gayya kuyusuna dalar gibi dalmayacağız tabii. Bunun hiç kimseye bir faydası yoktur. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki şu anda MYK’da hangi kişinin sonuna kadar hangi tarafta kalacağı bize göre kesin değildir. Örneğin kimilerine göre MYK oluşumu 2+2+2+1 şeklindeyken kimilerine göre 4+3 şeklindedir. Açıkçası bunun da hiçbir önemi yoktur. Zira ilkelere dayanmayan her ittifak her an dağılabilir, ittifak içi dengeler bozulabilir.

Hayatın Yarısı Kadınlarsa…

Sendikamızın haklı olarak övündüğümüz yönlerinden biri, hepimizin bildiği gibi kadın üyelerimizin çokluğudur. Ancak ne yazık ki Genel Kurulu takip edenlerin de acı bir şekilde şahit oldukları gibi bizim dışımızdaki üç listede sadece bir kadın arkadaşımıza yer verilmiştir. Yeni MYK’da da sadece bir kadın arkadaşımız (Emine Çalık Öğretmenimiz) yer almaktadır. Yani patriyarkal listelerden doğan yeni MYK doğal olarak patriyarkal bir MYK olmuştur.

Oysa Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçilerinin listesindeki yedi MYK adayından dördü kadın yoldaşlarımızdan oluşmuştur. MYK, Disiplin, Denetleme ve Üst Kurul Delegelikleri için aday gösterdiğimiz kırk arkadaşımızın ezici çoğunluğu yine kadınlardan oluşmaktadır. Sendikamızdaki üst düzey kurullar için kadın adaylara yer vermeyen zihniyetin kongre öncesi ve sonrası kadın güzellemeleri yapmalarını dürüst bir yaklaşım olarak görmüyoruz: Hayatın yarısı kadınlarsa, mücadelenin yarısı, dolayısıyla sendika üst kurullarının en az yarısı da kadınlar olmalıdır.

İhraçlar

6’ncı Olağan Genel Kurulumuzun en olumlu kararlarından biri Talibancı, halk düşmanı AKP’nin borozancısı, 1969 yılından bu yana bıkıp usanmadan CIA Sosyalizmi yapan Bin Kalıplılar Dergâhı’nın-PDA Avanesinin uzantısı olan gruptan yedi kişinin ezici delege çoğunluğu tarafından bir kez daha ihraç edilmesi olmuştur. Buna imza atan Genel Kurul Delegasyonunu yürekten kutluyoruz.

Devrimci Eğitim Şurası

Eğitim-İş 5’inci Dönem MYK’sı, karar alınmasına rağmen Devrimci Eğitim Şurası’nı gerçekleştirmemiştir. Gerçekleştirmek bir yana, “devrimci” ifadesinin yarattığı antipatiden veya korkudan olsa gerek, ismini bile değiştirmiştir: “Eğitimde Geleceğe Bakış.”

Bu konuda kendisine yöneltilen eleştirilere kürsüden yanıt veren 5’inci Dönem Genel Eğitim Sekreteri Suat Özkolay (6’ncı Dönemde de aynı göreve seçilmiştir) ne yazık ki bir MYK üyesine yakışmayacak şekilde yalana başvurarak “onun adı zaten öyle değildi ki” türünden bir savunma yapmıştır. Biz hatırlatalım:

Sendikamızın Genel Merkezi, şube ve temsilcilik başkanlıklarına 17.07.2019 tarihli bir yazı göndermiştir. Yazıda “Sendikamızca, “Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) 1968’de düzenlediği ‘Devrimci Eğitim Şurası’ndan esinlenerek 2020 yılı Ocak ayı içinde ‘Eğitim-İş Devrimci Eğitim Şurası’ düzenlenmesi kararlaştırılmıştır” ifadeleri kullanılmıştır. Söz uçar, yazı kalır; bu yazı sendikamızın arşivinde mevcuttur, istenirse kolayca bulunabilir. İşin bir başka ilginç yönü ise Özkolay’ın aleni yalanına delegasyon içerisindeki şube başkanları ve yöneticilerinden bir itiraz gelmemiş olmasıdır. Şube başkanları ve yöneticileri şubelerine gelen bu yazıyı okumamışlar mıdır, bu kadar önemli bir konuyu hatırlayamamışlar mıdır, bilemiyoruz…

Kısacası 5’inci Dönem MYK’sının başarısızlıklarından biri de hayati öneme sahip olan Devrimci Eğitim Şurası’nın düzenlenmemiş olmasıdır. “Koskoca” MYK üyesinin alenen yalan söylemesi ise tam bir faciadır, büyük bir ayıptır.

Sonuç

Eğitim-İş 6’ncı Olağan Genel Kurulu iyisiyle kötüsüyle sona ermiş, 5’inci Dönemin sendikayı pasifize eden anlayışı kaybetmiş, fakat onların yerine de amorf ittifaklardan biri olan Hazirancılar ve Yol Arkadaşları görünüşe bakılırsa MYK’da çoğunluğu sağlamıştır.

Öncelikle Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri olarak yeni MYK’ya başarılar diliyoruz.

Yukarıdaki eleştirilerimizin tümünü elimizdeki somut verilerden yola çıkarak yaptık. Bizim meselemiz kişilerle değil, kişilerin temsil ettikleri zihniyetlerledir. Eleştirilerimize konu olan kişileri burada zikretmemizin nedeni tamamıyla sendikal mücadeleye bakış açıları ve bulundukları konumlardır. Onun ötesinde aynı çatı altında Eğitim-İş’i daha ileri bir noktaya taşıma gayretiyle, birlikte mücadele ettiğimiz hiçbir arkadaşımıza karşı en ufak bir husumet veya düşmanlık beslemedik-beslemiyoruz.

Yeni MYK’mızın nasıl bir hat izleyeceğine dair ise elimizde şu an itibarıyla veri bulunmamaktadır. Bizim işimiz gerçeklerledir, olaylarladır. Gerçekler, olaylar devrimcidir. Dolayısıyla yeni seçilen MYK’ya ilişkin peşinen bir hükümde bulunmak her şeyden önce bilimsel düşünceden uzaklaşmak anlamına gelir. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki geçmişte ve 6’ncı Olağan Genel Kurul özelinde dile getirdiğimiz eleştirilerimize sebep olan yaklaşımların devam etmesi, sendikamızın geleceği açısından birçok tehlikeye kapı açacaktır. Şimdiki ve gelecekteki eleştirilerimize, önerilerimize kulak verilmesini canı gönülden arzu ediyoruz.

Bugünün koşullarında devrimciliğin olmazsa olmaz üç temel ilkesi olan Antiemperyalizm, Antifeodalizm ve Antişovenizm ilkeleri çerçevesinde, Devrimci Sınıf Sendikacılığı temelinde her arkadaşımızla ortak mücadele vereceğimizi, gördüğümüz yanlışları dile getirmeye, doğru uygulamalar konusunda ise hak teslimi yapmaya devam edeceğimizi bir kez daha dile getiriyoruz.

Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçilerinin mücadelesi aralıksız sürecektir.

Yaşasın Devrimci Sınıf Sendikacılığı!

Yaşasın Eğitim-İş!

4 Eylül 2021

Halkçı Eğitim ve

Bilim Emekçileri

Sosyal Medyada Paylaşın: