Ülkemizi yangın yerine çeviren yerli-yabancı parababalarına karşı; cesaret vatanına sahip devrimci heyecanımız ve  umut dolu yüreklerimiz ile geliyoruz!

Ülkemizi yangın yerine çeviren yerli-yabancı parababalarına karşı; cesaret vatanına sahip devrimci heyecanımız ve umut dolu yüreklerimiz ile geliyoruz!

17 Ekim 2005…

Eğitim-İş Sendikamız bu tarihte bir iddiayla kuruldu.

İddia, daha doğrusu hedef şuydu:

“Ülkemizin kurucu değerlerini, bilimi, Laikliği ne pahasına olursa olsun savunacağız ve koruyacağız. Aynı zamanda demokratik bir sendikacılık anlayışını oturtup, özlük ve hukuki hak mücadelesini temel alan bir strateji belirleyeceğiz. Sınıf ve Kitle Sendikacılığı yapacağız.”

Aradan nerdeyse 16 yıl geçmiş. Demek ki “ülkemizin kurucu değerleri, bilim ve Laiklik” o yıllarda iyi savunulamıyor ve korunmaya muhtaçmış. Antidemokratik bir sendikacılık anlayışı varmış. Bu anlayışa karşı da Sınıf ve Kitle Sendikacılığı yapılmalı ve özlük ve hukuki hak mücadelesi temel alınmalı imiş.

Yıl 2021… Bugün ne yazık ve acıdır ki o günlerden daha vahim durumdayız.

İki yıla yakın bir zamandır ülkemiz ve tüm dünya Kovid-19 Pandemisiyle mücadele etmektedir. Yine ne yazıktır ki, ülkemizde iktidarda bulunan Ortaçağcı gerici AKP’giller bu süreci doğru yönetememiş, daha doğrusu böyle bir çaba içine girmemiş, gerçek bilgileri halktan gizleyerek binlerce insanımızın ölmesine neden olmuş, halkımıza gerekli ekonomik ve sosyal desteği sağlamayarak onları açlık ve yoksulluğa mahkum etmiştir.

AKP’giller, temsil ettikleri sınıfın yani Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının gereği olarak eğitimi de bilerek isteyerek Laik, bilimsel olmaktan çıkarıp bilim dışı, Ortaçağcı hurafelerle doldurup “Kindar ve Dindar” bir nesil amaçlamaktadır. Dolayısıyla da bu amacını gerçekleştirmek için halkımızın can derdine düştüğü bu pandemi dönemini dahi fırsata çevirmişlerdir.  Bu dönemde MEB, eğitim ve bilim emekçileri ve öğrenciler için uzaktan eğitimi sağlayacak yeterli donanım ve alt yapı hizmetlerini sunamamış, milyonlarca öğrencinin eğitim hakkından mahrum kalmasına yol açmış, gerekli hijyen, derslik, öğretmen, personel sağlamayarak da eğitimde bir neslin kaybına neden olmuştur.

Peki bu süreçte “Ülkemizin kurucu değerlerini, bilimi, Laikliği ne pahasına olursa olsun savunacağız ve koruyacağız”, diyen Eğitim-İş bu ilkesini ne kadar hayata geçirmiştir?

ABD-AB Emperyalizmi Yeni Sevr diye ifade edilen BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) çerçevesinde adım adım projenin Eşbaşkanı Erdoğan ve AKP’giller eliyle Laik Cumhuriyet’i yıkarken ve Mustafa Kemal ve Silah Arkadaşlarına her türlü saldırılarda bulunurken yani ülkemizde “Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye… Sıra Sende Türkiye” durumu yaşanıyorken Eğitim-İş/Birleşik Kamu-İş ne yapmaktadır?

AKP’giller tarafından Laiklik yok edilerek eğitim sistemimiz ve okullarımız Ortaçağcı Taliban yetiştiren “Peşaver Medreseleri”ne dönüştürülürken Eğitim-İş ne tür bir mücadele yürütmüştür?

Biz hatırlatalım: Takdirle andığımız 2014 Aralık ayında yapılan “Laik Eğitim ve Emeğe Saygı Yürüyüşü”

Bu eylemden başka Eğitim-İş bugüne kadar günü kurtarmak amacıyla yapılan basın bültenleri/açıklamaları dışında ciddi bir eylem yapmış mıdır?

Biz hatırlamıyoruz, hatırlayan varsa beri gelsin!

Sokak fobisi Eğitim-İş’i bukağı gibi sarmıştır.

Bildiğimiz gibi AKP’giller Tevhid-i Tedrisat Kanununu ortadan kaldırmak için önce 2012 yılında 4+4+4 adlı ucube sistemi hayata geçirdi, hemen ardından MEB İlköğretim Yönetmeliğinin 15. Maddesini değiştirerek “Hafızlık eğitimi” adı altında örgün eğitime kayıtlı 11 yaşındaki öğrencileri bir yıl okula gitmeden, sınavlara filan girmeden 5. sınıftan 6. sınıfa geçirdi. Okullarda kayıtlı olarak görünse de bu öğrenciler Tevhid-i Tedrisata aykırı olarak tarikatların merdiven altı ellerine teslim edildi. Yetmedi şimdi de Meslek Lisesi mezunu öğrencilere yönelik Teknoloji Fakülteleri için oluşturulan METOK sitemine İlahiyat ve İslami Bilimler Fakülteleri de dahil edildi. Ancak bundan yararlanabilmek için “Hafızlık Eğitimi” şart koşuldu.

Yine bildiğimiz gibi üniversiteler artık Ortaçağcı gerici yetiştiren kurumlara dönüştürüldü. Bir şeye daha dönüştürüldü üniversitelerimiz; iş bulsa dahi güvencesiz çalışacak, Parababaları için yedek işsizler ordusunun birer parçası niteliğinde öğrenciler yetiştiren kurumlara… Sadece eğitim işkolunda atama bekleyen 700 bin işsiz öğretmen açlık, yoksulluk, işsizlik ve pahalılık cehenneminde yanmaktadır.

AKP’giller’in Ortaçağcı gerici yöneticileri tarafından okullarda Nutuk yasaklanırken “Ülkemizin kurucu değerlerini” nasıl korumuştur Eğitim-İş?

Birkaç  basın açıklaması yapmış!

Basın açıklaması yapmak, sosyal medya paylaşımları yapmak “ülkemizin kurucu değerlerini, bilimi, Laikliği” savunmaya yeter mi?

Ülkemizin kurucu değerleri nasıl kazanılmıştır? Nasıl korunacaktır?

Bunun yanıtını bir önceki seçim bildirgemizde biz şöyle vermişiz:

Peki, bunca geriye savruluşta, her gün hepimizin bildiği, gördüğü, yaşadığı gelişmeler karşısında ne kadar cesur olabiliyoruz?

Yazı yazmak ya da Bakanlıkla görüşmenin dışında ne yapabiliyoruz?

Ne kadar alanlardayız?

Kamu emekçilerine gerçekten umut olabiliyor muyuz?

Hayır…

Biz Eğitim-İş olarak, üst örgütümüz Birleşik Kamu-İş olarak, kamu emekçilerine umut olamıyoruz. Mücadeleyi salonlara hapsediyoruz. Sokak kaygımız yok. Çünkü Eğitim-İş’e ve Konfederasyona yön veren anlayışın cesareti yok.

Hatırlarsanız yapılan bir Eğitim-İş Başkanlar Kurulu’nda asılan pankartta bu anlayış şu şekilde ifade edilmişti:“Eğitim-İş yaşamın bir parçasıdır. Tehlike yaratmaz. Kahraman olmak gerekmez.”

Gelinen bu aşamada Eğitim ve Bilim Emekçileri, pasifleştirilmiş, mücadeleden kopartılmış, siyasi-toplumsal olaylara duyarsızlaştırılmıştır. Sendikamız 2005’ten bugüne ne yazık ki hep aynı sendikal anlayışlar tarafından yönetilmiş, birbirinin tekrarı eylem ve ekinliklerden farklı sonuçlar elde edilmesi beklenmiştir. Oysa Albert Einstein’ın çok yerinde söylediği gibi “Delilik: Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek”tir. Ama ülkemizin içinde bulunduğu bu kara günlerde tam da pankatta ifade edilenin aksine, Eğitim-İş’li olmak Kahraman olmayı gerektirir.

Mustafa Kemal ve Kuvayimilliyeciler kahraman olmayı, emperyalistler ve yerli işbirlikçileri için tehlike yaratmayı göze almasaydı, bugün bir Cumhuriyet’ten, Laiklikten ya da özgürlüklerden bahsedemeyecektik. Her Eğitim-İş’linin kahraman olması gereken, yani Mustafa Kemal olması gereken günlerden geçiyoruz.

Dolayısıyla bizce ülkemizin kurucu değerleri ancak böylesine kararlı, cesur bir mücadeleyi göze almakla savunulabilir, yaşatılabilir.

Sendikamız ve konfederasyonumuzda kurumsal işleyişle ilgili çok önemli sorunlar yaşanmaktadır. Organlar düzenli bir şekilde işlememekte-işletilmemektedir. Sendikamızın başta tüzük olmak üzere hukukuna uyulmamaktadır. Mücadeleye-örgütlenmeye yönlendirilmesi gereken enerji iç çekişmelere, kişisel sürtüşmelere aktarılmaktadır. Bu tür kariyerist, bencil tutum ve davranışlar sendikamızdaki yoldaşlık, dayanışma, birlik ve mücadele duygusunu yok etmektedir. Bu durum üyelerin hızla sendikalarına küsmelerine ve sendikalarından uzaklaşmalarına neden olmaktadır. Ne acıdır ki bu söylediklerimizi hayat her gün doğrulamaktadır. Kurulduğu günden bu yana Eğitim-İş ilk defa bu yıl üye kaybı ile karşı karşıya kalmıştır.

Dolayısıyla da eylem ve etkinliklere katılım beklenenin çok altında kalarak moralsizliğe neden olmaktadır. Hem Genel Merkez düzeyinde hem de şubelerde yetkiler keyfi olarak uygulanmakta; hatta bu yetkiler kötüye kullanılarak, hoşa gitmeyen üye, yönetici ve şubelere karşı cezalandırılmaya kadar götürülmektedir.

Sendikamızın üyelerini örgütlü üye haline getirebilmesi ve örgütlülüğünü güçlendirmesi, kurumsallaşmasıyla doğrudan bağlantılı bir meseledir. Nerdeyse tüm bölgelerde yaşanan bir sorundur, kurumsallaşamama. Bunun temel nedeni olarak da Sınıf ve Kitle Sendikacılığının temel ilkelerinden olan Demokratik Merkeziyetçiliğin bir türlü söylemden eyleme geçirilemeyişini görmekteyiz.

Demokratik merkeziyetçilik ilkesinin demokratik yönü yok sayılarak, aşırı merkeziyetçi, despotik bir yönetim tarzı örgüte hâkim kılınmaya çalışılmaktadır. Bu merkezi ve baskıcı yönetim tarzı bazen öyle noktalara kadar götürülmektedir ki sarı-gangster sendikalara bile taş çıkartacak durumlara ulaşmaktadır.

Şube yönetimleri, sendikal çalışmanın olmazsa olmazı olan ve üyeyi de örgütlü üye yapacak olan çalışma komisyonlarını (eğitim, örgütlenme, eylem ve etkinlikler, vb) ya hiç oluşturmuyorlar ya da oluşturulan komisyonlar hiç çalıştırılmıyor. Sendikamıza hakim olan genel anlayış, tüm çalışmaları yönetim kurulu üyelerinin (hatta kimi zaman yönetim içindeki belli üyelerin) yapması oluyor. Bu tür bir anlayış kariyerizm hastalığını körüklerken, üyenin de pasifleşmesine yol açıyor. Ayrıca birlikte iş yaparak, üyelerin birbirlerini tanıması ve gerçek-sarsılmaz yoldaşlık ilişkilerinin oluşması fırsatı da kaçırılmış oluyor. Unutmayalım ki hiçbir şey insanları birlikte iş yapmak kadar birbirlerine yakınlaştıramaz.

Sendikamızda kadın üyeler çoğunlukta olmasına rağmen kadın emekçilerin sendikal çalışmalara en etkin biçimde katılmalarını sağlayacak, kadınların kendi sorunlarına sahip çıkmalarının gerekliliğini bilince çıkarmalarına yardımcı olacak politikalar oluşturulmuyor.

Sendikamızın Üniversite örgütlenmesi oldukça zayıftır, bunun için de atılan somut bir adım hâlâ yok, ne Genel Merkezimizde, ne de Şubelerimizde. Eğitim Fakültelerini kazanan öğrenciler, zaten Ortaçağcı gerici eğitimden nasiplerini alarak gelmektedirler. Cemaat-tarikat evlerinden yetişenler bilinçli olarak Eğitim Fakültelerine yönlendiriliyor. Kısacası hiçbir şeyi tesadüflere bırakmıyor, Ortaçağcı Gericiler.

Tüm bunları dikkate aldığımızda, sendikamızın Eğitim Fakültesi öğrencilerine yönelik çalışmalarının önemi ortaya çıkmaktadır. Ama bu alanda atılan somut bir adım yoktur.

Sık sık disipline verme işlemleriyle anılıyor Eğitim-İş. Şube Başkanıyla aynı düşünceyi paylaşmıyorsan, Başkanın dediğine itiraz ediyorsan, üstüne üstlük bir de eleştiriyorsan, disiplin mekanizmaları uyduruk gerekçelerle hemen harekete geçiriliyor.

Yönetim Kurullarının işleyişinde Başkanlar, geniş yetkilerini okullardaki bir müdür gibi, kurumlardaki Daire Başkanı, Genel Müdür gibi kullanıyorlar. Yani bürokratik, despotik kafadan vazgeçilemiyor. Diğer Yönetim Kurulu üyelerinin söz ve karar hakkına sahip çıkılmıyor, eylem ve etkinliklerden üyeler çoğu zaman haberdar edilmiyor. Yönetim Kurulu Üyeleri olmadan kararlar alınıyor, hatta kimi yöneticilere görev verilmiyor; ne eylemlerden ne etkinliklerden haberdar ediliyorlar. Başkanlar Kuruluna veya Genel Merkez bünyesindeki diğer mekanizmalara Şube Yönetim Kurulu Üyelerinin ve ilgili şubenin üyelerinin görüşleri sağlıklı biçimde veya hiçbir biçimde iletilmiyor. Başkanın görüşü sendikanın görüşü olmuş oluyor.

Sendika Yönetimlerinin üyeleriyle, Genel Merkezin Şubeleriyle organik bağları kurulamamış durumda. Sadece üye yapmaya, üye sayısını çoğaltmaya, sadece yetki almaya odaklı bir sendikal faaliyet yürütülmekte. İşyerlerinde Yönetim Kurulu Üyelerinin katılımıyla periyodik toplantılar yapılmıyor, dolayısıyla üyelerin görüşleri alınmıyor.

Birleşik Kamu-İş’e bağlı diğer sendikalarla gerçekten organik bağlar kurulup, ortak eylemler planlanmıyor. Bağ kurmak yönetimlerin aklına sadece Milli Bayramlarda, anmalarda geliyor. O da sadece günü kurtarmak, ele güne karşı biraz sayımız olsun mantığıyla. Yine bu tür etkinliklerde koçbaşlığı da sayı çokluğu dolayısıyla Eğitim-İş’e veriliyor. Yani sayısal güce tapılıyor.

Eğitim-İş’in en başarılı organizasyonları yemek, kahvaltı v.b. organizasyonlar oluyor. Bir eyleme, bir etkinliğe, bir hak alma mücadelesine gelmesi gereken sayı bu tür organizasyonlara getiriliyor.

Şube binaları işlevsel değil. Üyeler için cazip mekânlar değil sendika binaları. Sadece üyeler değil yöneticiler de uğramıyor Sendikalara. Hatta bazı şubeler açılmıyor bile. Hâlbuki şube binaları üyelerin gelip gittiği, sohbet ettiği, günlük olayları, sorunları, sevinçleri, kazanımlarını paylaştığı mekânlar olmalıdır.

Yukarıda özetçe altını çizdiğimiz sorunlar, Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçilerinin yönetime gelmesi durumunda çözmeyi vaat ettiği sorunlardır. Sendikamız ancak bu sorunların çözülmesiyle Eğitim ve Bilim Emekçilerinin dertlerine deva olabilir. Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri, bu sorunları çözecek iradeye, birikime, tecrübeye ve somut programa sahiptir. Bugün yönetime gelsek yarın uygulamaya koyacağımız bu program, internet sitemizden kapsamlı bir şekilde incelenebilir (https://www.halkcikamuemekcileri.org/programimiz/).

İşte bunun için, yaşanılan ve kangrenleşen sorunları ortadan kaldırmak, sendikamızı nicelik ve nitelik olarak büyütmek için, yüreklerimizin olanca ateşiyle umut olmaya geliyoruz.

 

 

 

 

 

 

Mustafa Kemaller’in, Denizler’in, Mahirler’in Tam Bağımsızlıkçı, Antiemperyalist, Yurtsever, Devrimci ruhuyla, Halkın İktidarına giden yolu bizlere hazır bir reçete gibi hazırlayıp önümüze koyan, nihai kurtuluşu Türkiye koşullarına uyarlayan Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın Teorik ve Pratik Önderliğinde, heyecanımızdan bir an bile kopmadan, çoluk çocuk, ev, iş güç demeden ve sonunu düşünmeden, fedakârca, bilinçlice bu görevi üstlenmeye hazırız.

Biz ABD ve AB Emperyalistlerine, Yerli Satılmışlara karşıyız.

İnsanlığı Ortaçağ Karanlığına götürmeye yeminli Ortaçağcı Şeriatçılara karşıyız.

Biz; bu ülkeyi en az üç parçaya bölmeyi amaçlayan, bin yıllık kardeşliği dinamitleyen, hedefine bin ülkeli bir dünyayı koyan, insan soyunun en büyük düşmanları ABD Emperyalistlerinin BOP ve GOP’una karşı bıkmadan, usanmadan, yılmadan mücadele diyoruz.

Biz, daha on yedisinde elde silah Emperyalist Yedi Düvele karşı savaşmış, Kuvayimilliye Komutanı, Türkiye Devrimi’nin Teorik ve Pratik Önderi Hikmet Kıvılcımlı’nın düşünce oğulları düşünçe kızlarıyız.

Biz Mustafa Kemal’in gerçek devamcılarıyız.

Biz Gerçek Devrimcileriz.

Biz İkinci Kurtuluş Savaşçılarıyız.

Biz Emekçi Halkımızın biricik dostuyuz.

Ve inanıyoruz ki mücadele örgütlenmeden, mücadele yükseltilmeden kaybettiğimiz Laik Cumhuriyet’in hiçbir kazanımını geri alamayız.

Ve yine inanıyoruz ki mücadele için sonunu düşünmeyen Kahramanlar olmak gerekir. Kongreler, benim ne kadar “adam”ım olacak hesaplarının yapıldığı bir alana dönüşmüşken, belden aşağı vuruşlarla kendilerinden olmayanların neredeyse terörist ilan edildiği bir ortamda, biz bu mücadelede Kahramanlığa adayız.

Ülkemizi çok zor günlerin ve çetin mücadelelerin beklediği şu dönemde bilimli, bilinçli, inançlı, kararlı, cesaret vatanına sahip ve bu çetin mücadelenin ağırlığını kaldırabilecek Devrimcilerle-Eğitim-İş’lilerle bu sürecin üstesinden gelinebilir. Onun için desteğinize ve oylarınıza talibiz…

Antiemperyalist, Antifeodal ve Antişovenist ilkeler çerçevesinde dürüstçe, samimice yol yürüyeceğimiz herkesle bir araya gelmeye ve kamu emekçilerinin yaşadığı sorunların üstesinden gelmek için, ülkemizin Ortaçağ karanlığına götürüldüğü şu kara günlerde toplumsal mücadeleye kamu emekçileri cephesinden katkı sunmaya hazırız.

Devrimci Sınıf Sendikacılığı, Kamu Emekçileri cephesinde de mücadelemizin mihenk taşı olmalıdır. Bu hayati bir öneme sahiptir. Bu mücadelenin öncüsü olmak ve sendikamızı nitelik ve nicelik olarak büyütmek için güvenimiz, enerjimiz ve inancımız tam…

Eğitim ve Bilim Emekçilerini hiçbir şekilde ayrıştırmadan; dil, din, ırk, siyasi görüş farkı gözetmeden, en geniş biçimde kucaklayarak, ekonomik demokratik haklarımızın peşinden koşacağız.

Çocuklarımızdan ödünç aldığımız geleceği gelin ilmek ilmek örelim.

“Hiçbir şey insanları aynı dava uğruna mücadele etmek kadar yakınlaştıramaz”

Ülkemizin kurucu değerlerine sahip çıkmak için!

İnsan, hayvan ve doğaya saygılı, eşit, özgür ve bağımsız bir ülkede yaşamak için!

Tüm arkadaşları omuz omuza, birlikte, yoldaşça, kardeşçe mücadeleye çağırıyoruz.

Zafer mutlaka direnen, mücadele eden Emekçilerin olacaktır! (08.08.2021)

Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri

 

 

Sosyal Medyada Paylaşın: