Çürütücüsünüz! Öğretmenlik Mesleğini De Çürütmek İçin Elinizden Geleni Yapıyorsunuz Ama Buna İzin Vermeyeceğiz!

Çürütücüsünüz! Öğretmenlik Mesleğini De Çürütmek İçin Elinizden Geleni Yapıyorsunuz Ama Buna İzin Vermeyeceğiz!

AKP’giller iktidara geldikleri 2002 yılından bu yana, çürütmedikleri hiçbir kurum, hiçbir değer bırakmadı. Bu hayasızca saldırıların en önemli hedeflerinden birisi de eğitim oldu. Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın ürünü olan laik cumhuriyetin eğitimle ilgili ne kadar önemli kazanımı varsa,  ilköğretimden yükseköğretime kadar kerte kerte ortadan kaldırdılar. İşe önce öğretmeni öğretmenlikten, öğrenciyi de öğrencilikten çıkaran 4+4+4 uygulaması ile başladılar. Ardından, Milli  Eğitim  Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik ile eğitim sistemimizin biçimini, içeriğini ve kadrolarını tamamen değiştirmeye, ilerici değerlere sahip çıkan bütün eğitim emekçilerini tasfiye etmeye yönelik adımlar attılar; bu doğrultuda 7 bine yakın okul müdürünün görevine son verdiler,  yerine AKP yandaşı (Eğitim-Bir Sen’li) müdürleri getirdiler. TEOG uygulaması yoluyla halk çocuklarını, gençlerimizi imam hatiplere mahkum ettiler. Okullar açmak yerine 2012 yılından bu yana kapattıkları okul sayısı 4 bin 22 oldu, devlet yurtları açmak yerine cemaat yurtlarının önünü açtılar.
Bu da yetmedi, tüm okulları imam hatipleştirdiler. “Eğitim Programlarını Yeniliyoruz” kisvesi altında, program içeriklerinde laik ve bilimsel eğitim adına geriye kalan her şeyin izini tozunu ortadan kaldırdılar. Örneğin, programları sadeleştirme uydurmacasıyla biyoloji dersi iki saate indirilip, içeriğinden Evrim Kuramı çıkarılırken; Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi dersinin saatini arttırdılar. Bu da yetmiyormuş gibi “Seçmeli” ders adı altında  zorunlu olarak fazladan din dersleri öğrencilere dayatıldı. Bu dersler yoluyla, dogmatik ve metafizik öğretiden başka bir seçenek bırakılmadı çocuklarımıza.

 “Değerler Eğitimi” adı altında insana, insan onuruna, vicdana, ahlaka dair ne kadar değer varsa çürüttüler. Eğitim sistemimizi bir yandan Ortaçağcılaştırırken, okullarımızı da çeşitli cemaat ve tarikatların cirit attığı Peşaver medreselerinden farksız hale getirdiler. Bu okullarda bir yandan zihinleri tahribata uğratılan çocuklarımızı-gençlerimizi dindar ve kindar, cihatçılar olarak yetiştirirken; bir yandan da onları emperyalist sömürüye boyun eğen, onun egemenliğini kabul eden “hülooğğ”cularhaline getirmek için ellerinden geleni yaptılar.
Ülkemizin her yanını Kur’an kurslarıyla, sıbyan mektepleriyle, tarikatlarla, TÜRGEV, ENSAR, HAYRAT gibi gerici örgütlenmelerle donattılar. Çocuklarımızın masumiyetlerine saldırıyı, ruhlarını onmaz biçimde yaralamayı, tecavüzü, geleceklerini karartmayı meşrulaştırdılar; TBMM’de bu insanlık suçunu “Bir kereden bir şey olmaz” diyerek ‘AK’ladılar! Ne yazık ki yoksul halk çocukları ‘okuyup adam olabilmek’ uğruna bu kahrolası tarikat yuvalarına mahkum edildiler. Ruhları yanmaktan kurtulan yavrularımızın, umutları uğruna bedenleri yandı bu cehennem zebanilerinin elinde. Adana Aladağ’daki yurt yangınında yanarak yaşamını yitiren ortaokul öğrencisi Cennet Karataş’ın günlüğünden bir sayfa yayınladı. (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/933812/Aladag_daki_yurt_yangininda_olen_ogrencinin_gunlugu_ortaya_cikti__Suleymancilara_gidiyorum….html).Yavrumuzun yazdıkları dile getirdiğimiz acı gerçekliği somutlarken, yüreğimizi de bir kez daha yaktı: “Bugün okula gitmem için 8 günüm kaldı. 4’üncü sınıfı bitirdim. 5’inci sınıfa geçtim. Aladağ’a Süleymancılara gidiyorum. Annem ve babam benim için her şeyi yapıyorlar. Ben de okumak için her şeyi yapıyorum. Eğer ben okursam kardeşlerimi de okuturum. Okumak için elimden gelen imkanları değerlendireceğim.”
Medyada da yer alan son bilimsel veriler, günümüzde 1 milyon çocuğun tarikatların elinde olduğunu, medreselerin yoğunlaştığı illerin okulöncesi eğitimde Türkiye ortalamasının altında olduğunu, çünkü medreselere kaydolma yaşının, bazı bölgelerde 3’e kadar düştüğünü ortaya koyuyor (https://odatv.com/feto-ve-tarikatlar-turkiyeyi-boyle-ele-gecirmis-14021848.html .)
Milli Eğitime bütçeden ayrılan pay, Cumhuriyet döneminin en düşük seviyesine ulaşıyor, tüm eğitim yatırımları duruyor, sınıflar eğitim yapılamayacak kadar kalabalıklaşıyor,  çocuklarımız okulsuz ve öğretmensiz bırakılıyor. Devletin bütçesinden özel okullara gönderilecek her öğrenci için 3-5 bin TL tutarında destek primi verilerek, devletin kaynakları özel okullara fütursuzca aktarılıyor. Devlet okulları ise halktan alınan bağış adı altındaki “HARAÇ”larla ayakta durmaya çalışıyor. Halkın çocuklarının okuduğu bu okullar adeta üvey evlat muamelesi görüyorlar. Kısacası, halkımızın eğitimi parababalarının azgın soygun ve sömürü düzenine terk ediliyor.

Tüm bunların sonucu olarak, PISA ve TIMSS gibi uluslararası sınavlarda öğrencilerimizin aldıkları puanlar, eğitimdeki kara gerçekliğimizi ortaya koyuyor. Türkiye yine OECD ülkelerinin gerisinde kalıyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) üç yılda bir hazırladığı Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2015 sonuçlarına göre Türkiye, PISA 2012’ye göre ortalama 7 sıra düşerken, en çok kayıp ise okuma ve fen bilimlerinde meydana geliyor. Türkiye, 70 ülke arasında fen bilimlerinde 52’inci, matematikte 49’uncu, okumada da 50’inci sırada yer alıyor (http://www.sozcu.com.tr/2016/egitim/pisa-2015-sonuclari-turkiye-okudugunu-anlamiyor-1551310/).

Ataması yapılmayan yüzbinlerce öğretmen hâlâ atanmayı bekliyorken 2018 yılı itibarıyla öğretmensiz okul sayısı hızla artmakta ve buna çözüm olarak da halkımıza sabahın köründe başlayıp akşam karanlığında sona eren ikili öğretim dayatılmaktadır. Sistemdeki öğrencilerimiz, düşünemeyen, sorgulayamayan, çaresiz, hedefi olmayan, ruh sağlıkları bozuk, her an patlamaya hazır insanlar haline geliyor.

Eğitim sisteminin en önemli üç bileşeninden öğrenci ve program unsurlarını yukarıda dile getirdiklerimizle sınırlı kalmayacak denli çürüten, öğüten, yok eden AKP’giller, amacına ulaşmak için üçüncü temel unsur olan öğretmene de saldırmamazlık edemezdi. Nitekim iktidara geldikleri günden bu yana öğretmene ve öğretmenlik mesleğine yönelik saldırılarını, itibarsızlaştırma politikalarını ara vermeksizin planlı olarak ve pervasızca sürdürdüler. Bu saldırılar saymakla bitmez; ama önemli olanlarını anımsayalım:
Köy Enstitülerinin günümüzdeki son izi olan Anadolu Öğretmen Liselerini kapattılar; bakkal dükkânı açar gibi Eğitim Fakülteleri açtılar. Bu fakültelerde devşirme personelle ‘öğretmen eğitimi’ yaptılar. Öğretmenlik formasyonunu ‘Yaşam Boyu Eğitim’ adı altında, herkesin yapabileceği bir iş statüsüne indirgemeye çalıştılar. İşsizlik cenderesinde kıvrandırdıkları üniversite mezunu gençlerimize formasyon programları yoluyla umut tacirliği yaparak “Atan(a)mayan Öğretmenler” faciasını yarattılar. Bu durumdaki öğretmenlerin sayısı 500 binlere yaklaştı. Bu süreçte ataması yapılmayan 50’den fazla öğretmen intihar etti. Büyük bir kısmı ise hayatlarını onurluca kazanmak için herhangi bir sosyal güvenceden yoksun olarak, boğaz tokluğuna çeşitli işlerde (inşaat işçiliği, kâğıt toplayıcılığı, pazarcılık, temizlik işçiliği) veya özel sektörde çok düşük ücretlerle çalışmak zorunda kaldılar. Bir kısmı ise bu süreçte ne yazık ki iş cinayetlerine kurban gitti. 

Daha trajik olanı ise AKP’gillerin Milli Eğitim Bakanları televizyon kanallarında, milyonların önünde onlar için utanmazca şu sözleri sarf ettiler.
“Atanamayan öğretmenler başka mesleklere yönelsinler.”, “Ben öğretmen adaylarını Eminönü’nde bekleyen güvercinlere benzetiyorum. Bekliyorlar ki önlerine birisi yem atsın.”,
“Gösterişçi intihar eylemi diye bir sendromdan bahsediliyor. Aslında niyeti olmadığı halde etrafında ilgi uyandırmak veya ilgi çekmek veya isteklerinin yerine gelmesini sağlamak amaçlı.” 
Bütün bunlar yetmedi, AKP’giller, Atan(a)mayan Öğretmenlerimize Sözleşmeli ve Ücretli Öğretmenlik idam gömleğini giydirdi. Kısacası, ölümlerden ölüm beğenin dediler binlerce genç öğretmenimize. Bu ekonomik şartlar altında esnek-güvencesiz çalıştırma politikalarıyla sistemin kölesi haline getirilmeye çalışıldı atanamayan öğretmenler.

KPSS cenderesini aşarak atanabilenler ise, Aday Öğretmenlik Süreci, Performansa Dayalı Ücretlendirme, Kariyer Basamakları gibi öğretmeni canından bezdiren uygulamalarla karşılaştılar.
AKP’giller, öğretmeni diğer çalışanlarla, velilerle karşı karşıya getirmek, onları hedef tahtası yaparak itibarsızlaştırmak için diğer memurların haftada 40 saat, öğretmenlerin ise 15 saat çalıştığı, çok fazla tatil yaptıkları, buna karşın yüksek maaş aldıkları sahte söylemini avaz avaz bağırdılar. Alo 147 uygulaması ile öğretmenleri velilere şikayet ettirerek, soruşturmalar açarak mobbing uyguladılar.

Tüm bu saldırılarla öğretmenlik mesleğini iğdiş ederek, meslek ve insan onurunu ayaklar altına almayı hedeflediler. Halkçı Kamu Emekçileri olarak daha önce de vurguladığımız gibi, bir yandan öğretmenliği piyasa ihtiyaçlarına göre şekillendirmeyi amaçlayan sözüm ona “performans değerlendirmesi” ile kapitalist sömürü dünyası memnun edilirken, diğer yandan öğretmenlerin AKP’gillerin Ortaçağcı emellerinin hizmetinde olan; fikri, irfanı, vicdanı esaret altına alınmış; sayıları yüz binleri bulan “EBS’li köleler”e dönüştürülmesi amacını güttüler.
Bu hainane amaçlarına hizmet edecek en son uygulamalarını ise Milli Eğitim Bakanlığı eliyle “ Öğretmen Strateji Belgesi” adı altında 9 Haziran 2017 tarih ve 30091 sayılı Resmi Gazetede yayımlayarak piyasaya sürdüler. Söz konusu belgede dile getirilenler de aynen eğitimimizde yukarıda dile getirdiğimiz facialara yol açan 2005 ve 2017 yılları eğitim programları değişiklerinin sunuş kısmına koydukları gibi bezirganca hazırlanmıştır. 
Hatırlayalım, 2005 programına öyle cilalı bir sunuş hazırlamışlardı ki sanırsınız en bilimsel süreçleri kullanarak bir program geliştirilmiş; ezberci eğitimden vazgeçilecekmiş, öğrenci merkezli eğitim yapılacakmış, yaparak yaşayarak öğrenme ilkesi hayata geçirilecekmiş, öğrencilerin problem çözme, eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme, vb becerileri geliştirmesi sağlanacakmış… Bunlar yazıyordu 2005 yılında hazırlanan programda. Programı, “eğitimi çağdaşlaştırıyoruz, modernleştiriyoruz” çığırtkanlığıyla sunmuşlardı. 2017 programları da çok güzel makyajlanmıştı. Örneğin, Biyoloji Programında, programın temel felsefesi ve genel amaçları bölümünün altında yer alan ifadelerden bir tanesi şöyleydi: 
“Bilgi ve teknoloji çağındaki gelişmeleri yakalayabilmek; üreten, düşünen, sorgulayan, yeniliklere açık bireylerin yetiştirilmesi ile mümkün olacaktır”. Amma velakin, bugün modern biyoloji biliminin temelini oluşturan Evrim Kuramını programdan çıkarmışlardı.
AKP’giller, ait oldukları sınıfın karakteri gereği halkımızı aldatmak için nasıl ki din bezirganlığı yapıyorlarsa,  şimdi de bu Öğretmen Strateji Belgesi’nde “bilim bezirganlığı” yapıyorlar. Bu nasıl bir düzenbazlık ve ikiyüzlülüktür! Sanki 16 yıldır iktidarda kendileri yokmuş gibi, sanki öğretmen yetiştirme dahil tüm eğitimimiz kendileri tarafından yerle yeksan edilmemiş gibi! 
Öğretmen Strateji Belgesi’nde sıralanan ve öğretmenlik mesleğini toplum nezdinde yeniden saygın bir meslek haline getirmek, nitelikli öğretmenler yetiştirebilmek için gerekli olan ulvi(!) amaçlar ve hedefler nelermiş bakın hele: 
1.                      Amaç: Yüksek nitelikli, iyi yetişmiş ve mesleğe uygun bireylerin öğretmen olarak istihdamını sağlamak
Bu amaçla ilişkili hedefler;
· Öğretmen yetiştirmeye yönelik programlarda eğitimleri iyileştirmek
· Üniversite mezunları arasından öğretmenlik mesleğine en uygun olanları seçmek
2.                      Amaç: Öğretmenlerin kişisel ve mesleki gelişimini sürekli kılmak
Bu amaçla ilişkili hedefler;
·Öğretmenlerin gelişim ihtiyacını tespit için periyodik olarak yapılacak bir performans değerlendirme sistemini hayata geçirmek
·Adaylık sürecinden itibaren öğretmenlerin kişisel ve mesleki gelişim faaliyetlerinin niteliğini arttırmak
3.                      Amaç: Öğretmenlik mesleğine yönelik algıyı iyileştirmek ve mesleğin statüsünü güçlendirmek
 Bu amaçla ilişkili hedefler;
· Öğretmenlik mesleğinin statüsünü güçlendirmek
· Öğretmenlerin çalışma şartlarını iyileştirmek
· Kurumlar ve bölgeler arası farklılıklara göre iyileştirici tedbirler almak
· Kariyer ve ödüllendirme sistemini geliştirmek
Bu ulvi(!) amaçlara ulaşmak için en önemli ve en öncelikli yapılacak iş ise “Öğretmenlerin gelişim ihtiyacını tespit için periyodik olarak yapılacak bir performans değerlendirme sistemini hayata geçirmek” oluyormuş!
Performans değerlendirmenin amacı ise,aday öğretmen ve öğretmenin; Görevindeki gayret, verimlilik ve başarısının tespit edilmesi, Bilgi ve beceri düzeyinin belirlenerek, gerekli eğitim ihtiyacının tespit edilmesi ve buna yönelik tedbirlerin alınması, Ödüllendirilmesinin sağlanması” oluyormuş!
İlgili taslakta çeşitli düzeyler için hazırlanmış formlarda sayfalar dolusu performans göstergeleri hazırlanmış. İlgi duyanlar inceleyebilirler (bkz. Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Performans Değerlendirme ve Aday Öğretmenlik İş ve İşlemleri Yönetmeliği-Taslak).
Kimler yapacakmış bu değerlendirmeyi? Öğretmenin; görev yaptığı eğitim kurumunun (çok nitelikli, nesnel, şeffaf davranabilen yandaş) müdürü, mesai arkadaşını değerlendirmesi ile kendi aralarındaki yardımlaşma ve dayanışma ruhu yok edilerek birbiri ile düşman hale getirilmesi hedeflenen diğer öğretmenler, ilkokuldan lise düzeyine kadar-sistem içinde meczuplaştırılan, bunaltılan, düşünemeyen, sorgulayamaz, okuduğunu anlayamaz, sorun çözemez hale getirilen ve yaşadığı tüm bu sorunların baş sorumlusu olarak karşısındaki öğretmeni gören ve tüm öfkesini ona yönlendiren öğrenciler; açlık ve yoksulluk sınırında aldıkları ücretlerle yaşam mücadelesi veren, kendileri de bu eğitim(sizlik) sürecinin kurbanı olan, belki de çocuğunun okuluna bile hiç gitme fırsatı bulamamış, düzenin cenderesi altında inim inim inleyen veliler bunların bir kısmı.
Nasıl değerlendirilecek öğretmenin performansı?
Örneğin yukarıda belirttiğimiz durumdaki her düzeydeki değerlendiriciler ilgili öğretmenin
 “ Türkçeyi güzel ve anlaşılır” biçimde “çok az, az, orta, iyi veya çok iyi” düzeyde konuştuğunu belirleyecekler. Bunlara kargalar bile güler be!
Biz onların ne yapmak istediklerini çok iyi biliyoruz. Daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi Ortaçağcı düşünce kalıplarına sahip AKP’gillerden bilimsel bir yaklaşım geliştirmesi beklenemez. Dolayısıyla AKP’gillerin yapacağı, daha doğrusu sınıf karakterleri gereği yapabilecekleri, bilim kalpazanlığı, bezirganlığıdır. Öğretmeni öğretmene, öğrenciyi öğretmene, öğretmeni veliye düşmanlaştırmayı hedefleyen bu çalışma, AKP’giller tarafından adım adım yok edilen öğretmenlik mesleğinin statüsü ve onuruna son darbeyi vuruyor! Bu taslakla AKP’giller kendi istediği ‘Makbul Öğretmen’i yaratmayı amaçlıyor.

Peki Öğretmene, Öğretmenlik mesleğine neden bu kadar düşmandır AKP’giller?
Yeryüzünde antika tarihte ortaya çıkan ilk sömürgen sınıftır o. Asalaktır, gericidir, insana yaraşır ne varsa şu yeryüzünde onun düşmanıdır. Sınıf karakteridir bu. Sınıf çıkarlarına hizmet etmeyen, ona ters düşen her iyi şeyi yok etmek isterler bunlar. Başka türlü davranmak gelmez ellerinden, ellerine ne geçerse çürütürler.
İşte bu nedenle, onlar Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşımıza, onun önderi ve Başöğretmenimiz Mustafa Kemal’e, kurulan laik cumhuriyetin kazanımlarını halka taşıyan cumhuriyetin devrimci öğretmenlerine, Devrim Şehidi Kubilay’a, “ Elimden gelse bütün dünya okullarının programlarına insanın insanı sömürmemesi adlı bir ders koyardım” diyen İsmail Hakkı Tonguç’a, Hasan Ali Yücel’e, bin yıllarca Anadolu halkını inim inim inletenlerin ‘din bezirganı sermaye sınıfı’ olduğu bilincini onlara taşıyan ahlâklı birer halk şefi niteliğindekiKöy Enstitülü öğretmenlere, Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir” diyen Fakir Baykurt’a, TÖS’lü öğretmenlere hep düşmandırlar.

AKP’gillerin tüm azgın saldırılarına rağmen halkımızın hâla gönlünde ve gözünde öğretmenlik mesleğinin devrimci geleneği vardır. Onlar öğretmenliğin işte bu devrimci geleneğine düşmandırlar.  Onun kırıntısına dahi tahammülleri yoktur. İşte bu nedenle de bilinçli şekilde öğretmenlik mesleğini hiçe sayarlar ve onu yerle bir etmek isterler. Çünkü tehlikelidir onlar için bu gelenek. Onların hain Ortaçağcı emellerine ulaşmada engeldir bu gelenek.

Sanmasınlar ki bu geleneği yok edebilecekler. Bizler Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri olarak, bu geleneğin mirasçılarıyız. Bizler İkinci Kurtuluş Savaşçılarıyız.
 And olsun ki bu savaş er ya da geç zaferle ve sosyal kurtuluş ile taçlandırılacak,
İşte o gün geldiğinde, Halkın İktidarında, öğretmenlik mesleği de hak ettiği onura kavuşacaktır.
İnsan sevgisi ile dolu, aklı ve bilimi temel alan devrimci öğretmenlerimizin ellerinde, eğitim-bilim kurumlarımızda laik ve bilimsel eğitim verilecek,
Çocuklarımızın aklı özgürleşecek ve onlar insana, doğaya, hayvana dost olan erdemli, üretken insanlar olarak yetişeceklerdir.  
Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri                                                   28.02.2016
 

Sosyal Medyada Paylaşın: