DOLAR 32,9949 -0.11%
EURO 35,8195 -0.26%
ALTIN 2.528,010,83
BITCOIN 22371290.9193%
İstanbul
25°

HAFİF YAĞMUR

13:00

ÖĞLEYE KALAN SÜRE

6 okunma

Halkçı Kamu Emekçileri’nin Birleşik Kamu İş’in 4. Olağan Genel Kurulu’na yönelik değerlendirmesi

ABONE OL
27 Aralık 2017 18:01
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Halkçı Kamu Emekçileri’nin
Birleşik Kamu İş’in 4.Olağan Genel Kurulu’na yönelik değerlendirmesi
Konfederasyonumuz Birleşik Kamu-İş’in 4. Olağan Genel Kurulu, 23-24 Aralık 2017 tarihinde Ankara’da yapıldı. Genel Kurul sürecinde biz Halkçı Kamu Emekçileri’nin dışında daha önce Eğitim-İş Genel Kurulu’nda aday olan “Yol Arkadaşları” ve “11 Haziran” da aynı adlar altında adaylıklarını açıkladılar.

Devrimci sınıf sendikacılığını ilke edinen Halkçı Kamu Emekçileri olarak, onun gereklerini yerine getirmeyi hem Genel Kurul öncesi süreçlerde hem de Genel Kurul sırasında bir görev bildik. Konfederasyon Tüzüğü de dâhil olmak üzere gruplara ve onların sendikal anlayışlarına yönelik eleştiri ve önerilerimizi devrimci namus anlayışımızla, hiç sakınmadan bir dizi yazımızla (bkz http://www.halkcikamuemekcileri.org/) ve Genel Kurul sırasında yaptığımız konuşmalarda dile getirdik.Tüm samimiyetimiz ve içtenliğimizle dedik ki:
Ülkemizde bir sendikalar faciası yaşanmaktadır.  Sendikalar, yöneticileri için birer çıkar sağlama aracına dönüşmüştür. Sarı sendikacılık, sınıf uzlaşmacı sendikacılık anlayışı alınteriyle geçimini sağlayan kitleler üzerine bir heyula gibi çökmüştür.  Sendikacılık bir ikbal, geçim kaynağı, ün, nam sağlama aracı olmamalıdır. Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu ve bağlı sendikalar bu anlayışla Kamu Emekçilerinin mücadelesine önderlik etmek zorundadır.  Son üç yılın Birleşik Kamu İş Yönetimi bu önderliği yapamamıştır. Ancak ülkemizin adım adım Yeni Sevr’e ve Ortaçağ karanlığına doğru sürüklendiği şu karanlık günlerde böyle bir lüksü yoktur Birleşik Kamu-İş’in.

Çok derdin tek ilacının “Devrimci Sınıf Sendikacılığı”nın temel ilkelerini hayata geçirmek olduğunu;  bu ilkelerin neler olduğunu, sendikal örgütlenmede-mücadelede nelerin yapılmasıyla hayat bulabileceklerini bıkmadan usanmadan, içimizin tüm yangını ile paylaşmaya çalıştık. Uyarmayı-uyandırmayı devrimci bir görev belledik.
Kısacası üzerine basa basa: “gerçek anlamda AntiemperyalistAntifeodal ve Antişovenistolmadan Devrimci Sınıf Sendikacılığı yapılamaz. Bu çerçevede dürüstçe samimice yol yürüyeceğimiz, yılmadan, bıkmadan, usanmadan, en ufak bir kararsızlık göstermeden mücadele edeceğimiz; sendikacılığı Kamu Emekçilerine hizmet edecek bir alan olarak benimseyen herkesle bir araya gelmek, kaderimizi birlikte tayin etmek istiyoruz. Dördüncü büyük sendika olarak kaldık diye değil; şu kararlı, militan mücadele ile şu hakkı aldık diye övünmek için, umut olmak için, umutları yeşertmek için Halkçı Kamu Emekçileri olarak, Birleşik Kamu-İş üyesi emekçileri birlikte mücadeleye çağırıyoruz!” dedik.
 Hep söylediğimiz gibi “oy moy” derdinde olarak değil, anlaşılmak ve anlatabilmek derdini taşıdık tüm bu süreçlerde; Kıvılcımlı Usta’mızın söylediği gibi “Vatan Aşkını Söylemekten Korkar Hale Gelmektense Ölmek Yeğdir” temel inancı ile hareket ettik.
Yönetim, Denetleme ve Disiplin Kurulu adaylarımızı da bu ilkeler çerçevesinde açıkladık. Tüm kurullara en başından eksiksiz liste açıklayan tek gruptuk. Bu listeyi ilkelerine sadık kalarak oluşturan tek gruptuk. Kurullarda, bağlı sendikaları temsiliyet bakımından gözeten tek grup bizdik. Yine Eğitim İş Genel Kurulunda olduğu gibi en çok kadın adaya yer veren grup Halkçı Kamu Emekçileri oldu.
Kongre salonunda grupların adaylık konuşmalarına baktığımızda, söylemlerinin temel çerçevesini, yaptığımız eleştirilerin yönlendirdiğini gördük. Adayların “devrimci, sınıf, sınıf kardeşliği, sınıf sendikacılığı, yoldaş, kadın üyelerin sendikal mücadelede görevlere gelmesi” söylemlerini ve kavramlarını bolca kullandıklarını da işittik. Ancak bir şeyin sözle ifade edilmesi, gereğinin davranışta yerine getirilmesi durumunda anlam taşır.
Örneğin Tüzük konusunda demiştik ki “bu Tüzük demokratik değildir.” Eleştirmiştik Tüzük nedeni ile bağlı üç sendikanın Genel Kurul’da temsil edilememesini. Gruplardan söz alan adaylar, söz konusu eleştirilerimizi dikkate alan konuşmalar yaptılar ama samimi değillerdi. Değillerdi çünkü aday listelerinin oluşumu bunu kanıtlıyordu. Hem kongreyi kazanan “Yol Arkadaşları” hem de “11 Haziran”, ilk başta yalnızca Eğitim-İş’li adaylarını açıkladılar. Listeleri hangi ilkeler(!) doğrultusunda bilemiyoruz ama ilginç biçimde sürece yayarak tamamladılar. Herhalde pazarlıklar biraz uzun sürdü. Her iki liste de süreç içinde Tüm Yerel Sen ve Büro İş sendikalarına üye adaylara yer verdi. Zaten Tüm Yerel Sen adayları iki farklı (aslında özünde aynı) listenin de ortak adayı idi. “Yol Arkadaşları”nın listesinde sonradan eklenen bir kadın aday yer alırken, “11 Haziran” listesinde ise hiç kadın aday yer almadı. Tüzüğün antidemokratik olduğunu ifade eden çoğunluk gruplar, çok demokratik(!) biçimde kongre sonucunda dokuz bağlı sendikanın bulunduğu Konfederasyonda yalnızca iki sendikanın (Beş Eğitim İş ve İki Tüm Yerel Sen) Konfederasyonu yönetebileceğine karar verdiler!
Sınıf Sendikacılığı, İşçi Sınıfı Bilimi doğrultusunda yapılır. Bilimde ise kavramların evrensel tanımları, anlamları vardır. İşçi Sınıfı Bilimi için de bu geçerlidir. İşin pratiğinde olanlar, kavramları bilimin dile getirdiği biçimde kullanmıyorlarsa, yani teoride ayakları sağlam basmıyorsa, pratikte başarılı olunabilmesi mümkün değildir.
Yine gördük ki, “emek, işgücü, sınıf, vb.” kavramlar havada uçuştu ama devrimci literatürde, Marksizm-Leninizmin bu kavramları açıkladığı gibi değil. Hele bir de “emek sınıfı” gibi ucube kavramlar türetildi. Burada gördük ki, kavramlarda bile olması gereken ortaklaşma yok. Sınıf mücadelesinden söz edenlerin, sınıf biliminden anladıkları yok. Kimseyi küçümsemek gibi bir niyetimiz olduğu sanılmasın. Ama en temel bir şey vardır: Teori ve pratik birlikte yürür. Doğru teori olmadan ne yazık ki doğru pratik de olmuyor!
Halkçı Kamu Emekçileri olarak, 15 Temmuz sürecinin iki Ortaçağcı Gücün Ganimet Paylaşım Savaşından başka bir şey olmadığını hep dile getirdik. 15 Temmuz sonrası FETÖ bahane edilerek çıkarılan KHK’ler yoluyla, hiçbir hukuki süreç çalıştırılmadan binlerce Kamu Emekçisinin ihraç edilmesine, işinden aşından edilmesine, açlığa ve ölüme sürüklenmesine bizler sessiz kalmamalıyız, dedik. Sendikamız, AKP’gillerin hukuk dışı uygulamaları nedeniyle ihraç edilen, açığa alınan çalışanları, üyelerini sahiplenmelidir, dedik.
Kongrede neyi gördük?
Bir aday “Benim çalıştığım üniversitede diğer sendikalara üye olan FETÖ ve PKK yanlısı teröristler ihraç edildiler; gurur vericidir ki benim sendikama üye olan çok az kişi açığa alındı, onlar da son kararname ile geri döndüler” minvalinde bir konuşmayı övünerek yapabildi. Delegasyon da o konuşmaya rağmen onu seçti.
Şimdi buradan sınıf çıkarına mücadele veren bir Birleşik Kamu-İş çıkar mı?
Çıkmaz!
Oysa Halkçı Kamu Emekçileri Yönetim Kurulu adayımız Gülden Yuva ve Denetleme Kurulu adayımız Yasemin Ergin Yoldaşlar ise; “Ülkemizde bu kadar faşizan baskı varken, Kamu Emekçilerinin hakları gasp edilirken, KHK’lerle içimizden birileri işten atılırken, biz onları terörist diye nitelersek nerede kaldı bizim devrimciliğimiz?” diye sesleniyordu, Genel Kurul delegasyonuna. Genel Kurul sürecinde çokça tartışılan ve ister kadın, ister erkek için olsun liyakat dediğimiz kavramın temel ölçütlerinden biri de bu örnekle somutlanmış oluyor!
Kongre salonunda şahit olduğumuz trajik durumlardan biri de şuydu:
Gruplardan biri, Yüksel Adıbelli’nin “Onursal Genel Başkan” olması için bir önerge verdi. Bilindiği gibi, Yüksel Adıbelli o sırada Kongre Divanının Başkanlığını yürütüyordu. Önergenin gündeme gelmesiyle, Yüksel Adıbelli bize göre doğru bir tavır alarak (benimle ilgili bir konuda Divan’da yer almayı uygun bulmuyorum. Ben çıkayım. Siz rahatça karar verin, dedi.), Divan’dan ayrılarak dışarı çıktı.
Fakat bundan sonra yaşananlar tam bir facia haline dönüştü. Önergeyi getiren grup, bu kadar hassas bir konuda herhangi bir konsensüs arayışına girmemişti. Kendisini bu grubun karşısında konumlandıran grupsa, bu hassas önergeyi, gruplar arası kısır çekişmelere meze haline getirdi. Sonuçta, her zaman ifade ettiğimiz “Unutma, insandır, kırılır!” özdeyişi hiçe sayılarak, o an için Divan Başkanlığı görevini yürüten kişinin Onursal Genel Başkan olup olmayacağı oylanmaya kalkıldı, bu konu üzerine 1 saatten fazla süren bir tartışma yürütüldü. Sonuçta da reddedildi.
Sanıyoruz Dünya Sendikalar Tarihinde ilk kez görülen, aday listelerinden birinde yer alan bir kişinin de (Hasan Kütük) Onursal Başkan olması için verilen önerge artık sözün bittiği yer oldu…
Bizler “1 Mayıs İşçi Sınıfının Birlik Dayanışma ve Mücadele Günü”nün, 1977 yılı 1 Mayısı’nın anısına; İşçi Sınıfının kanıyla canıyla Vatanyaptığı Taksim’de kutlanmasının mücadelesini verdik hep. “Taksim Vatandır!”dedik. 2016 1 Mayısı’nda çok doğru bir karar alarak “Taksim” diyen Konfederasyonun, bu kararlılığı 2017 1 Mayısı’nda neden sürdüremediğinin hesabını sorduk, ama ne yazık ki dürüst bir yanıt alamadık.
Sınıf sendikacılığı neyi gerektirir eğer bu iddiadaysanız?
Sınıfın Vatanına sahip çıkmayı. Hataları, eksiklikleri dürüstçe görmek-saptamak gerekir düzeltebilmek için. MYK adaylarımız Adnan Okur ve İlhami Danacı Yoldaşlarımız bunları dile getirdiler. Adnan Okur yoldaşımız konuşmasında bu durumu şöyle ifade etti:
“Halkçı Kamu Emekçileri olarak mücadeleyi örgütlemeye adayız. Üç yıllık süreçte mücadeleyi örgütleyemediğimiz için bu kişicil kirpileşmeler yaşanıyor. Ve mücadeleyi örgütleyemeyenler biz tekrar adayız diyorlar.
“Üç yıldır neredeydiniz?
“Yoktunuz!
“Bir hatayı görmek ve kavramak yarı yarıya çözmek demektir.  Peki Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun MYK’sı hangi hatasını gördü, kavradı ve düzeltme yoluna gitti?
“Yok!
“Taksim, fetişizm alanı değildir. 2016 1 Mayısı’nda 40 kişi ile direnildi ve 10 bin kişinin yapamadığı yapıldı. Gündem olundu. Neden aynı kararlılığı 2017’de sürdürmedik?”
Halkçı Kamu Emekçileri olarak, alnımızın akı olan “20 Aralık Emeğe Saygı ve Laiklik Yürüyüşü” eylemimiz için açılan davada hükmün açıklanmasının geriye bırakılması istemi konusunda hâlâ hiçbir grubun özeleştiri vermediğini bu kongrede de gördük.
Bizler Halkçı Kamu Emekçileri olarak, başımız dik biçimde eleştirilerimizi kürsüden de bir kez daha dile getirdik. Gülden Yuva ve Yasemin Ergin Yoldaşlarımız, adaylık konuşmalarında bu konuya vurgu yaptılar.
“20 Aralık eylemi diyoruz, övünerek söylüyoruz. Ama ne oldu sonra, mahkeme sürecinde?
“Halkçı Kamu Emekçileri ve Büro-İş’ten birkaç yönetici dışındakiler; hükmünaçıklanmasının geri bıraktırılmasını talep ettiler.
“Bu bir utançtır. Mahkeme bizi akladı. Beraat ettik.
“Ama önce benim Konfederasyonum dedi ki sen suçlusun; gel geri çek. Sen laiklik eyleminde suç işlediğini kabul et. Ben böyle bir şeyi asla kabul edemem. Ben niye çıktım o alana? Niye gaza maruz kaldım?
“Arkadaşlar, hepimiz oradaydık. İşte biz mihenk taşımızı, barikatımızı buradan örmeliyiz. Gelin sendikal mücadeleyi işçiler ve Kamu Emekçileri adına tekrar örgütleyelim. Bunu yapabilecek gücümüz var. Ama AKP’nin istediği gibi makbul sendikacı olmazsak var!”
Adaylık konuşmalarını yapan Ercan Küçükosmanoğlu, Muhteber Çolak, Cemal Akyürek, İlhami Danacı yoldaşlar da konuşmalarında, savunduğumuz Devrimci Sınıf Sendikacılığının temel ilkelerini ve nasıl uygulanacağını güncel örneklerden yola çıkarak bir kez daha dile getirdiler ve somutladılar. Sendikal mücadelenin salonlara sıkıştırıldığını, sokağa çıkmaktan korkan bir anlayışın Kamu Çalışanlarının önderliğini üstlenemeyeceğini vurguladılar.
Aylardır Real ve Norm Altaş İşçilerinin OHAL ve KHK’lere karşın, hakları için ülkemizdeki Devrimci Sınıf Sendikacılığının yüzakı olan DİSK/Nakliyat-İş önderliğinde direndiklerini, eylemler yaptıklarını, bu eylemlerinin uluslararası planda yankı yaptığını ve bu direnişlere uluslararası düzeyde sendikalardan sınıf dayanışması çerçevesinde destek geldiğini belirttiler.
Birleşik Kamu-İş’in sınıf dayanışması söyleminde samimi olmadığını, bu eylemlere şimdiye kadar kulağını tıkadığını, destek vermediğini dile getirdiler. Ve eğer “Hak, Hukuk, Adalet” söylemlerinde samimi iseler yapılacak eylemlere Birleşik Kamu-İş’in destek sunması için çağrı yaptılar.
Cemal Akyürek ve Sürmeli Selçuk Söğüt Yoldaşlar, kongrelerin Devrimci Sınıf Sendikacılığında çok önemli işlevler üstlendiğine vurgu yaptılar. Konuşmaların 3-5 dakika ile sınırlandırıldığı, eleştiriden korkulduğu için sınırlı söz hakkının verildiği, sonuçta herhangi bir mücadele ve çalışma programının tartışılmadığı ve ortaya konmadığı Genel Kurulların Sarı Sendikacılık Genel Kurulları olduğu dile getirildi. Bizim yönetimimizde ise asla bunlara izin verilmeyeceği vurgulandı.
Genel Kurul süreçlerinde sloganlarımızla, verilen önergelere teorik nedenlerini ortaya koyarak müdahil olmamızla Halkçı Kamu Emekçileri olarak devrimci damgamızı vurduk. Uluslararası sendikal birliklere üye olunması için verilen bir önerge metninde, yerli sermayenin artık kalmadığı ifadesine yönelik olarak söz alan İlhami Yoldaş’ımız, bu saptamanın doğru olmadığını, yerli sermayenin ortadan kalkıp kalkmadığına burada masa başında oturarak karar verilemeyeceğini, TÜSİAD, MÜSİAD ve benzeri örgütlenmelerin neyi ifade ettiklerinin sorgulanması gerektiğini vurguladı. Ayrıca böyle bir önergenin ucu açık “uluslararası sendikalar” ifadesiyle çok vahim sonuçlar doğurabileceği, Soros bağlantılı, emperyalistlerin hizmetindekipek çok uluslararası örgütlenmenin olduğu, olması gerekenin ise önergede doğrudan somut bir örgüt adının yer alması olduğu vurgulandı.
Adı sanı belli bir uluslararası örgüt önerilmesi halinde, bu örgütün pratiğine bakarak, İşçi Sınıfının mı yoksa Uluslararası Finans-Kapitalistlerin mi örgütü olduğunun net bir şekilde tartışılarak üye olmaya ya da olmamaya karar verilebileceği ifade edildi. Aynı zamanda eğer bir uluslararası örgüte, federasyona veya konfederasyona üye olunacaksa, ki bize göre de emekçilerin uluslararası dayanışması önemlidir, bunun bugünkü koşullarda adresinin belli olduğu ifade edildi. Bu vesileyle Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun, dünyadaki sınıf temelli tek uluslararası örgüt olan Dünya Sendikalar Federasyonu’na (DSF’ye) üye olabileceği dile getirildi.Böylelikle söz konusu önergenin geri çekilmesini sağlandı.
Her Genel Kurul’da olduğu gibi, bu Genel Kurul’da da sinevizyon gösterimi yer aldı. Gösterimde Birleşik Kamu-İş’in bu üç yıl içinde alana taşıdığı 2015 Toplu Görüşmeleri eylemi ve 2016 1 Mayıs eylemi görüntülerinde AKP’gillerin zulmüne ve polisine direnişte Halkçı Kamu Emekçisi yoldaşlarımızın en ön saflarda yer alması, Devrimci Sınıf Sendikacılığı ilkelerimizi alanda nasıl var ettiğimizin kanıtı oldu.
Bir nokta daha var ki, Kamu Emekçilerinin Sendikal Mücadelesini sözde değil özde önemseyen tüm Konfederasyon üyelerinin yanlış bulduğuna eminiz. Kongrenin birinci gününün akşamı, ellerde Mustafa Kemal, Birleşik Kamu-İş flamalarıyla kadeh kaldırılıp, çakırkeyif kafalarla “İzmir Marşı”nın söylendiği görüntüler, hem de “canlı yayın”la, sosyal medyaya yansıdı. Kimsenin eğlenme hakkına bir itirazımız yok tabiî ki. Ancak bu kadarına da artık pes diyoruz… Ya elinizden mücadele sembolleri olan bayrakları, flamaları bırakın, ya da rakı kadehlerini. Bu kafayla sendikal mücadele, hele hele sınıf sendikacılığı mücadelesi yürütülmez…
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bu tür örnekler Konfederasyonumuzun hızla Türk-İş’leştiğinin somut göstergeleridir.
Son söz olarak şunları da bir kez daha belirtmeden geçmeyelim:
Halkçı Kamu Emekçileri olarak, Birleşik Kamu-İş Çatısı altında mücadele eden onurlu Kamu Emekçilerini kongre öncesinde ve sırasında tüm devrimci namusumuz ve bilincimiz ile uyarmaya çalıştık:
“Bu anlayış bir kez daha Konfederasyonumuzda sürece hâkim olursa, Yönetime gelirse Birleşik Kamu-İş ne nicelik olarak, ne nitelik olarak büyüyebilir” dedik.
Sonuç olarak tüm Kongre süreci boyunca, gördüğümüz eksiklikleri açıklamalarımızla, sosyal medya paylaşımlarımızla dile getirdik. Devrimci tutumun gereği olarak eleştiri de yaptık elbette. Eleştirilerimizde birlikte mücadele ettiğimiz, kaçınılmazca etmek zorunda olduğumuz kişi veya gruplara yönelik şahsiyata, hissiyata ya da maddiyata dayanan bir amaç gütmedik.
Her zaman ifade ettiğimiz gibi, biz bir anlayışı dövüştürdük. Türkiye’nin içine düşürüldüğü şu kara günlerde, bu gidişi tersine çevirmek için Kamu Emekçileri cephesinden hep birlikte ne yapabileceğimizi, doğru hattı çığlık çığlığa anlatmaya çalıştık. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu çalışmalarımızın temelinde asla oy kaygısı olmadı. Bu vesileyle, grubumuza oy veren delege arkadaşlarımıza da teşekkür ediyoruz.
Aynı zamanda Divanı demokratik bir şekilde yöneten Divan Heyetine de, sarf ettikleri çabalar için teşekkür ediyoruz.
Kongre sonuçlandı. Halkçı Kamu Emekçileri hiçbir zaman başarıyı alınan oya tahvil etmez. Bizim için başarı; Kamu Emekçilerinin ekonomik, demokratik ve özlük haklarını, Devrimci Sınıf Sendikacılığı ilkelerinden taviz vermeden, kararlıca savunacak bir sendika, bir konfederasyon yaratma yolunda bir adım daha atmaktır. Olaylar devrimcidir.
Halkçı Kamu Emekçileri olarak sadece sendikal mücadele ile yetinemeyiz. 1920’lerde verilen ve zaferle taçlandırılan Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızı mantıki sonucuna ulaştırabilmek için; yani sınıfsız, sömürüsüz bir toplum için siyasi mücadele de vermek zorundayız. Bu konuda emekçi kitlelere önderlik etmek, onları birleştirmek gibi bir görevimiz var bizim. Ve bu görev Devrimci Sendikacılığın vazgeçilemez, ertelenemez bir görevidir.
Yaşasın Devrimci Sınıf Sendikacılığı!
Yaşasın Birleşik Kamu İş
Kadın Erkek El Ele Örgütlü Mücadeleye!
27 Aralık 2017

Halkçı Kamu Emekçileri

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

SON DAKİKA HABERLERİ

300x250r
300x250r