Asgari ücret bağlamında işçi ve kamu emekçileri ücretleri ve görevlerimiz

Asgari ücret bağlamında işçi ve kamu emekçileri ücretleri ve görevlerimiz

Halkçı Kamu Emekçileri olarak 05 Ocak 2024 tarihinde yapmış olduğumuz “Asgari Ücret Bağlamında İşçi ve Kamu Emekçileri Ücretleri ve Görevlerimiz” başlıklı canlı yayın programının tapesini yayımlıyoruz.

Özkan KUPLAY (Yönetici): Evet, sevgi ve saygıdeğer konuklarımız, izleyicilerimiz. Öncelikle Halkçı Kamu Emekçileri olarak hepinizi saygıyla selamlıyorum. Günümüz Türkiye’sini özetleyen çok güzel, çok coşkulu bir müzik ile giriş yapmış olduk programımıza, yayınımıza. Halkçı kamu Emekçileri adına yaptığımız bu Asgari Ücret Bağlamında İşçi ve Kamu Emekçileri Ücretleri ve Görevlerimiz isimli programımıza hepiniz hoş geldiniz.

Şimdi kısa bir giriş yapmak istiyorum programa.

Bildiğimiz gibi ülkemiz AKP’giller aracılığıyla faşist bir din devletine dönüştürülmeye çalışılıyor açık bir şekilde ve hızlı adımlarla buraya doğru gidiyoruz. Bunu AKP’gillerin çıkarttığı yasalarıyla görüyoruz, uygulamalarıyla görüyoruz, yönetmelikleriyle görüyoruz, eğitim politikalarıyla görüyoruz, her gün yaşamımızın içerisinde bunu hissediyoruz. Ve bununla beraber de, işçi ve emekçi halkımızı, değer yaratan halkımızı işsizlik ve pahalılık cehenneminde  kavurmaktan da geri kalmıyor. Fakat kendilerine gelince üç beş kurumlardan ayrı ayrı maaşlar, adrese dayalı ihalelerden paylar alarak, yolsuzluklarla da kendi küplerini doldurmaktan vazgeçmiyorlar. Ve bunları da maalesef din bezirganlığıyla, din alıp satmakla yapıyorlar, halkımızı bu şekilde uyuşturuyorlar. Yani demem o ki her anlamda, hem siyasi alanda hem ekonomik alanda katmerli bir şekilde sömürülüyoruz.

Şimdi bu bağlamda bununla ilgili kısaca konuklarımı tanıtmak istiyorum, bu konulara değinmek üzere. Öncelikle izninizle işçi sınıfımızın yüzakı olan, her gün ayrı bir mücadele hattını ören, mücadeleci devrimci sınıf sendikacılığını ilkelerini hayata geçiren Nakliyat-İş Sendikasının Genel Sekreterlik görevini yürüten Erdal KOPAL ile birlikteyiz, Erdal Başkanım hoş geldiniz!

Erdal KOPAL (Nakliyat-İş Genel Sekreteri): Hoş bulduk, teşekkür ederim.

Özkan KUPLAY (Yönetici):Biz teşekkür ederiz. Sağlık alanında sorunları ücret adaletsizliğini konuşmak üzere İzmir Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Muteber ÇOLAK ile birlikteyiz. Hoş geldiniz!

Dr. Muteber ÇOLAK (İzmir Aile Hekimleri Derneği Başkanı): Teşekkür ederim. Hoş bulduk!

Özkan KUPLAY (Yönetici): Bir diğer konuğumuz, her geçen gün maalesef Peşaver Medreselerine dönüştürülen okullarımızı, eğitim sistemini ve eğitim emekçilerinin sorunlarını, ücret adaletsizliğini konuşmak üzere Eğitim emekçisi ve Felsefe Öğretmeni olan Nesibe GENÇER ile birlikteyiz. Hoş geldiniz Nesibe Hocam!

Nesibe GENÇER (Eğitim ve Bilim Emekçisi): Hoş bulduk, merhaba,iyi akşamlar!

Özkan KUPLAY (Yönetici): Ve son olarak ta genel olarak kamu emekçilerinin sorunlarını yine buradaki ücret adaletsizliğini konuşmak üzere Zübeyde AYDIN ile birlikteyiz. Hoş geldiniz!

Zübeyde AYDIN (Büro-İş Bursa Şube Sekreteri): Hoş bulduk, İyi akşamlar!

Özkan KUPLAY (Yönetici): İyi akşamlar! Evet, şimdi programımıza ilk anlamda giriş yapmak adına, işçi sınıfı adına sizinle başlasak Erdal Başkan, neler söylemek istersiniz bu anlamda? Sözü size bıraksak, buyurun.

Erdal KOPAL (Nakliyat-İş Genel Sekreteri): Evet, bizi izleyen tüm arkadaşlara ve bu programda konuşmacı olan değerli arkadaşlara, yoldaşlara selamlarımı iletiyorum. Hepimizin bildiği gibi, Türkiye’de AKP iktidarında İşçi Sınıfımız ve Emekçi Halkımızın gittikçe yoksullaştığı bir dönemden geçiyoruz. Hatta yoksullaşmanın daha da derinleştiği uçurumun kenarına getirildiğimiz, bayır aşağı yuvarlandığımız bir dönem. İşçi Sınıfımız, Emekçi Halkımız geçinemiyor. Bu yoksulluklar, çaresizlikler sonucunda yaşamına son veren insanlarımız var. Bu acı gerçekle sık sık karşılaşıyoruz.

Nakliyat-İş Sendikası olarak, AKP İktidarının ve Parababalarının bu sömürü ve zulmünün gittikçe arttığı bir dönemde mücadele mücadele eden, gerçek anlamda devrimci sınıf sendikacılığı yapan, İşçi Sınıfı mücadelesine örnek kazanımlar yaratmaya devam eden bir sendikayız.

Hepimizin bildiği gibi, yakın zamanda Asgari Ücret belirlendi. Asgari Ücret görüşmelerinin bir Orta Oyunundan ibaret olduğunu bir kez daha görmüş olduk.  Bir kez daha sözde işçi tarafını temsil eden TÜRK-İŞ, işveren temsilcileri ve hükümet temsilcileri hep birlikte yine İşçi Sınıfımızı sefalet ücretine, açlık sınırına yakın bir ücrete mahkûm etmiş oldular. İşte çalışanların %50’sinin, belki bu son asgari ücret ile beraber %60’a da çıkmış durumdadır, Asgari Ücret ile çalıştığı bir ortamdayız. Asgari Ücretin ortalama bir işçi ücretine dönüştüğü bir Türkiye’de yaşıyoruz.

2024 yılı için Asgari Ücret 17 bin 2 TL olarak belirlendi. Bugün Yoksulluk Sınırına baktığımızda, 47 bin TL olduğunu görüyoruz. Ne işçiler, ne kamu emekçileri, ne öğretmenlerimiz bu ücreti alamıyor. Ülkemizde resmi rakamlara göre 16 milyon kayıtlı çalışan var, ciddi oranda da kayıt dışı çalışan var. Çalışanların büyük çoğunluğunun, %80-90’ının Yoksulluk Sınırı olan 47 bin TL’yi aldığını söyleyemeyiz. Çalışanların büyük çoğunluğu yoksulluk sınırının altında bir ücretle çalışmak zorunda bırakılmaktadır. Yüzde 50-60’ı da Açlık Sınırına yakın bir rakama mahkûm edilmiş durumdadır. Sefalet ücretiyle yaşamak zorunda bırakılmıştır İşçi Sınıfımız bugün.

Özkan KUPLAY (Yönetici): Erdal Başkan kurgunu bozmayacaksam çok küçük bir ekleme yapmak istiyorum, söylediklerine ek olarak. Milletvekili maaşı bugün 136 bin TL’ye yükselmiş durumda, ikisini kıyaslamak amacıyla çarpıcı olur diye düşünüyorum, özür dilerim. Buyurun!

Erdal KOPAL (Nakliyat-İş Genel Sekreteri): Aynı zamanda emekli milletvekillerinin maaşı da 230 bin TL oldu bu arada. Yani o ballı maaşları alanlar, o ceylan derisi koltuklarda oturup halkımıza zerre kadar katkısı olmayanlar, ABD-AB Emperyalistlerinin her türlü politikasını onaylayan NATO’cular, Emperyalistlerin çıkarına hizmet edenlerdir.

Yine enflasyon oranlarını burada söylemekte yarar var, artık hiçbir güvenirliği kalmamış olan TÜİK’in açıkladığı altı aylık enflasyon oranı %37, bir yıllık enflasyon oranı %64,77. Hâlbuki bağımsız uzmanlardan oluşan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG)’ın açıkladığı Aralık ayı enflasyon oranı en az %127 yıllık olarak. Gıda enflasyonu, yaşam maliyetleri, kiralar açısından baktığımızda yaşayamaz, dayanamaz, geçinemez hale getirilmiş durumda halkımız.,

Sendikaların da en önemli gündem maddesi olması gereken, en önemli mücadele hattını oluşturması gereken, Türkiye’deki deyim yerindeyse en büyük sözleşme olan Asgari Ücretin belirlenme sürecinde ne yazık ki bizim dışımızdaki sendikalar yeterli mücadele ortaya koyamamış durumdalar.

Biz Nakliyat-İş sendikası olarak Asgari Ücret sürecinde her yıl olduğu gibi aktif, etkin kitlesel bir şekilde mücadelemizi ortaya koyduk, mücadelemiz devam ediyor. Asgari Ücretin bu dönemde net 32 bin TL’nin altında olmaması gerektiğini ifade etmiştik. Asgari Ücretle ilgili basın açıklamaları yaptık. Çeşitli bölgelerde Konya’da, Eskişehir’de, İstanbul’da eylemler gerçekleştirdik. Ama ne yazık ki Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na katılan Sarı, iş birlikçi, satılık, ihanetçi TÜRK-İŞ başta olmak üzere Sarı HAK-İŞ’ten sefalet ücreti istemiyoruz, diyen bir açıklama ve eylemler görmek mümkün değil. Bırakın Sefalet Ücreti İstemiyoruz, diye eylem yapmayı, TÜRK-İŞ Başkanı, bu insan sefaleti Sarı Sendikacı, 14 bin TL diye rakam dahi açıkladı. İlk teklifleri bu oldu. Yani bugün Asgari Ücret 17 bin 2 TL olarak açıklanmış durumda ama bu sözde işçi sendikası bunun daha da gerisine düşerek görüşmelere 14 bin TL’lik teklif ile başlamıştır. Gelen tepkilerden sonra geri adım atmaya, çalkalamaya çalışmıştır.

Bir taraftan İşçi Sınıfımızın başı bu Sarı Gangster Sendikalarla bağlanırken, diğer taraftan mücadele eden sendikaların önü kesilmekte, mücadeleleri engellenmeye çalışılmaktadır. Mevcut sınıf hareketinin boğulmaya, teslim alınmaya çalışıldığı bir dönemdeyiz. Bu dönemde biraz önce ifade ettiğimiz gibi, işgal, grev, direnişlerimizle militan mücadele örneklerimizle beraber gerçekten mücadeleci bir sendikal anlayışı hakim kılmaya, etkin kılmaya İşçi Sınıfımıza umut olacak, cesaret verecek, çekim merkezi oluşturacak, doğru önderlik yapacak bir anlayışı ortaya koymaya çalışıyoruz.

Bugün sendikaları ezici çoğunluğu sarılaşmış, büyük oranda İşçi Sınıfından kopmuş, tabanla bağını yitirmiş durumda. TÜRK-İŞ, HAK-İŞ gibi Sarı Sendikaların yöneticileri 150-200 bin TL maaş alıyorlar. Yani hem bulundukları iş yerinden, geldikleri iş yerinden maaş alanlar var hem sendikasından hem konfederasyondan maaş alanlar var. Yani ipin ucu öylesine kaçmış durumda ki, bunlar Sermaye Sınıfına, siyasi iktidarlara bağımlı hale gelmişlerdir. Bu maaşları almaya devam edebilmek için artık ihanette yarışır hale gelmiş durumdalar bu sarı sendikalar.

Şimdi bizim Devrimci Sınıf Sendikacılığı anlayışımızın gereği olarak, mücadeleci sendikal anlayışımızın gereği olarak, Nakliyat-İş’in en önemli tüzük maddelerinden-ilkelerinden birisi de sendika yöneticilerinin ortalama işçi ücreti almasıdır. Yani sendikacıların İşçi Sınıfıyla, İşçi Sınıfı mücadelesiyle bağının kopmaması, işçi gibi yaşaması, ondan uzaklaşmaması adına önemli, devrimci bir ilkedir.

Ayrıca işçi aidatlarının, üye aidatlarının elden toplanması gerektiğini savunuyoruz. Bunu gerçekleştirmenin evet zorlukları var ama hedeflenmesi gereken, gerçekleştirilmesi gereken önemli bir konu da işçi ile sendikanın arasına işverenin girmemesidir. Bu aidatı işverenin keserek sendikanın hesabına yatırmaması gerekir. İşçi ile sendikanın doğrudan bağı olması, işçinin kendi aidatını sendikaya getirmesi ve bunun hesabını sorması, sorgulaması gerektiğini düşünüyoruz.

Nakliyat-İş olarak, mücadelemiz sadece kendi iş kolumuzdaki bir mücadele değil. Birçok iş kolunda Sarı Sendikaların ihanetlerine, Parababalarının hak gasplarına uğrayan birçok işyerinden işçi arkadaşlarımız Nakliyat-İş Sendikası’nı bir umut olarak görüyor. Bize geliyor, bizlerden önderlik yapmamızı, sahiplenmemizi, bizlerle birlikte mücadele etme isteğini ortaya koyuyor. Bizler de iş kolu ayrımı yapmadan bir İşçi Sınıfı örgütü olmanın sorumluluğuyla bütün işçi kardeşlerimize kapımızı açıyoruz ve onların mücadelesine sahip çıkıyoruz.

Bunlardan yakın zamanda sizlerin de birçok izleyici arkadaşlarımızın da bildiği mücadeleler var.  Real Market mücadelesi… İşte Sarı Sendika Tez Koop-İş Sendikasının ihanetine uğramış, ortada bırakılmış işçi arkadaşlarımızın mücadelesini yürüttük. Önemli ve uzun soluklu bir mücadeleydi. İnatla, kararlılıkla başta Genel Başkanımız olmak üzere bu mücadeleyi yürüttük ve bu mücadelenin kazanımlarını almaya başladık. İşçi arkadaşlarımız haklarını almaya başladılar.

Makro-Uyum İşçileri, Uzel Makine İşçileri, Meha Tekstil İşçileri, Ünsa, NeoTrend İşçileri, Moskova’da Hava Limanında çalışan inşaat işçilerinin hak alma mücadelelerine kayıtsız kalmayarak bu mücadelelere önderlik yapmaya devam ediyoruz.  Çürümüş, yozlaşmış, sınıftan, tabandan kopmuş Sarı Sendikal anlayışa karşı mücadeleci sınıf sendikacılığı, Devrimci Sınıf Sendikacılığı anlayışını yaşatmaya sınıf içerisinde bu mücadeleyi hâkim kılmaya çalışıyoruz.

Nakliyat-İş Sendikası olarak, en önemli mücadelemiz başta Parababalarına, Finans-Kapitalistlere, tekelci sermayeye, yerli-yabancı sermaye sahiplerine karşı verdiğimiz mücadeledir. ABD Emperyalizminin simgesi olan Koka Kola’ya karşı verdiğimiz ve zaferle sonuçlanan mücadele önemli bir örnektir.

Parababalarına karşı verdiğimiz mücadelenin yanında bir önemli mücadelemiz de az önce de bahsettiğim gibi, bizim bu mücadelemizi boğmaya çalışan, bizim varlığımızdan rahatsız olan Sarı Sendikacılığa karşı mücadelemizdir. Sarı sendikalar işverenlerle birlikte bizim mücadelemize, iş kolu barajını aşma mücadelemize engel olmaya çalışmaktadırlar. Örgütlenme yürüttüğümüz, kıran kırana mücadele ettiğimiz işyerlerinde işverenlerin yanında yer alarak mücadelemizi boğmaya, bize engel olmaya çalışmaktadırlar.

Ama şu ana kadar o ciğeri peş para etmez, İşçi Sınıfına ihanette sınır tanımayan ve birbirleriyle ihanette yarışan Sarı Sendikalara karşı biz kazandık. Hem baraj mücadelesinde hem örgütlendiğimiz işyerlerinde onlara karşı biz kazandık. Ortada bıraktıkları işçilerin mücadelesine sahip çıktık. Bu mücadeleleri kazanımla, zaferle sonuçlandırarak biz kazanmış olduk. Mücadeleci sendikal anlayış ve mücadele eden, direnen İşçi Sınıfı kazanmış oldu.

Yine bir önemli konu, bizim mücadelemiz sadece ekonomik mücadeleyle sınırlı değil, yani Devrimci Sınıf Sendikacılığı anlayışımızın en önemli prensiplerinden anlayışlarından birisi de uluslararası Proletarya hareketiyle, mücadelesiyle de aynı zamanda dayanışma içerisinde olmak, onlarla birlikte mücadele etmek.

Çünkü bugün baktığımızda dünyanın birçok yerinde İşçi Sınıfımızın, Emekçi Halkımızın yaşadığı sorunlar, uluslararası tekellerin, Finans-Kapitalistlerin dayattığı politikalar, bizde de aşağı yukarı ortak. Sosyal güvenlik, emeklilik, esnek çalışma modelleri, kölece çalışma koşulları gittikçe mevcut hakların, kazanılmış hakların gasp edilmesi gibi.  İşte Fransa’da Sarı Yeleklilerin mücadelesi, demir yollarındaki işçilerin grevleri, İtalya, İngiltere, Hindistan ve Yunanistan’daki İşçi Sınıfı mücadeleleriyle dayanışma içerisinde olan bir sendikayız. İşte Genel Başkanımız Ali Rıza Küçükosmanoğlu Dünya Sendikalar Federasyonu’nun Genel Başkan Yardımcısı seçildi. Aynı zamanda Kasım ayında Yunanistan’da yapılan Genel Kurulda Taşımacılık Enternasyonali Genel Başkanlığı’na seçildi.

Örneğin Yunanistan’daki Pire Limanı’ndaki COSCO işçilerinin mücadelesiyle Türkiye’de dayanışma amaçlı eylemler gerçekleştirdik. Pire Limanı’nda COSCO’da çalışan işçilerin deyimiyle, Nakliyat-İş’in Türkiye’deki bu dayanışma eylemleriyle mücadeleleri zaferle sonuçlandı. COSCO İşçileri, eylemlerimiz için, mücadelemize çok önemli katkısı olmuştur, açıklaması yaparak teşekkür etmişlerdir.

İşte Hindistan’daki İşçi Sınıfının eylemleriyle, grevleriyle dayanışma içerisinde bulunuyoruz. Fransa’daki işçilerin eylemlerine destek olmak için Fransız Konsolosluğu önünde dayanışma eylemleri yapıyoruz. Az evvel bahsettiğim Yunanistan’da yapılan Genel Kurul’da, Hindistan’dan gelen delegelerin Nakliyat-İş Sendikası’nın mücadelesinden dolayı heyecan duyuyoruz, demeleri gururlandırmıştır. Doğru bir mücadele içerisinde olduğumuzu, uluslararası Proletarya hareketinin-İşçi Sınıfı hareketinin de bir parçası olarak önemli katkılarımızın olduğunu düşünüyoruz.

Yine Fransa, İtalya, İngiltere yani birçok ülkedeki İşçi Sınıfıyla dayanışma amaçlı eylemler gerçekleştirdik. Nakliyat-İş Sendikası’nın Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF)’ye, Taşımacılık İşçileri Enternasyonali (TUI Transport)’ne katılmasıyla, buralarda görev ve sorumluluk almasıyla birlikte DSF’nin ve TUI Transport’un mücadelesi de daha etkin, daha ete kemiğe bürünür hâle gelmiştir. Uluslararası İşçi Sınıfı Mücadelesine sendikamızın önemli bir katkısı olmuştur.

1945’te kurulan DSF sınıf temelli, sarı sendikacılığa karşı mücadele eden bir anlayışı savunmaktadır. DSF, Uluslararası emperyalistlerin, Finans-Kapitalistlerin İşçi Sınıfının başını bağlamaya çalıştığı, uluslararası sarı sendikalar ITUC ve ETUC’a karşı kurulmuş sınıf temelli mücadeleci bir anlayışa sahiptir. Sendikamız da DSF içerisinde gerçekten önemli bir etkiye, önemli bir saygınlığa ve mücadeleye sahiptir.

Yine aynı şekilde biraz önce ifade ettiğim gibi sadece ekonomik mücadele ile sınırlı değil demiştim, Sendikamız Anti-Emperyalist bir anlayışa sahiptir. ABD ve AB emperyalistlerinin dünyayı kan gölüne çevirdiği işgal ve katliamlara boğduğu bir dönemden geçiyoruz. Emperyalistlerin bu saldırganlığına, katliamlarına, işgallerine karşı en fazla eylem yapan, mazlum halklarla en fazla dayanışma eylemleri gerçekleştiren bir sendikayız aynı zamanda.

İsrail Siyonizmi’nin ABD Emperyalizmi ile birlikte Filistin halkına karşı soykırıma dönüşen katliamlarına karşı ABD ve İsrail Konsoloslukları önünde kitlesel eylemler gerçekleştirdik. Tüm üyelerimizin katılımıyla Genel Merkezimiz önünden Aksaray’dan Beyazıt Meydanı’na kadar yürüyüşle kitlesel eylemler gerçekleştirdik. Değişik bölgelerde mazlum Filistin halkıyla dayanışma eylemleri gerçekleştirdik. İnsan soyunun baş düşmanı ABD emperyalizmi başta olmak üzere İsrail Siyonizmi’ne karşı, mazlum Filistin halkının haklı ve meşru davasıyla-mücadelesiyle dayanışma içerisindeyiz. Genel Başkanımız da geçtiğimiz yıllarda Filistin halkıyla dayanışmak için Filistin’e gitmiştir.

Biz Uluslararası İşçi Sınıfı hareketiyle dayanışma eylemleri yaparken, İşçi Sınıfımıza ihanet içinde olan Sarı Sendikacılar Mısır’da, Avrupa’da başkanlar kurulu toplantıları organize etmektedir. Toplantı bahanesiyle gezmeye gidiyorlar aslında Sarılar. Bizim Genel Başkanımız ise nerede ezilen, mazlum halklar var, oraya gidiyor. İşte, Suriye’ye giderek Suriye halkıyla, İşçi Sınıfıyla dayanışma içerisinde olmuştur. Esad ile görüşmüştür. DSF ile beraber Filistin’de İsrail barikatlarını geçerek, Ramallah’a yine orada birkaç bölgeye giderek mazlum Filistin halkıyla dayanışma içerisinde bulunmuştur. Sendika olarak DSF içerisinde, uluslararası İşçi Sınıfıyla dayanışma açısından, mazlum halklarla dayanışma açısından önemli bir mücadeleyi ortaya koymaya çalışıyoruz.

Sendikamız DİSK’e bağlı bir sendikadır. DİSK’in tarihi DGM direnişleriyle, 15-16 Haziran direnişleriyle doludur. 1960 Politik Devrimi’nin getirdiği kazanımlarla birlikte KAVEL işgal ve direnişiyle, grev, toplu sözleşme hakları kazanımlarıyla beraber DİSK yüz binleri bulan, İşçi Sınıfına önderlik yapan bir konfederasyona dönüşmüştür.  Ama bugüne geldiğimizde Yeni DİSK, KAVEL direnişlerinden, 15-16 Haziran Direnişlerinden, MESS grevlerine kadar bu geçmişi taşıyan, geleneği taşıyan, bizim de adına tarihine ve mücadele geleneğine sahip çıktığımız anlayıştan ne yazık ki uzaklaşmıştır. İşte Asgari Ücret mücadelesinde yine bunu görüyoruz. Vergi kesintileriyle ilgili yapılan mitingte ancak bin civarında bir katılım sağlayabilmiştir DİSK. Çünkü tabanla bağı kopmuş, İşçi Sınıfının güvenini yitirmiş bir örgüte dönüşmüştür. Bu eylemlerde-mitinglerde en fazla kitlesel katılım sağlayan sendika Nakliyat-İş sendikası olarak biz olduk.

Bugün DİSK’in yeniden mücadele geleneğine, geçmişine, tarihine uygun bir örgüte dönüşmesi için yine biz mücadele etmeye devam ediyoruz. Benim söyleyeceklerim bunlardan ibaret, dinlediğiniz için teşekkür ediyorum, sorularınız olursa ayrıca cevaplamaya çalışacağım.

Özkan KUPLAY (Yönetici): Evet, teşekkür ederiz Erdal başkan. Çok kapsamlı bir değerlendirme, çözümleme yapmış oldunuz. Bu anlamda Nakliyat-İş sendikasını da biz bulunduğumuz her ortamda her durumda işçi sınıfının yüz akı olarak nitelendiriyoruz ve burada ne kadar ete kemiğe bürünmüş olduğunu aslında biraz anlatmış oldunuz. Bu, öylesine söylenmiş bir güzelleme yapmak amacıyla söylenmiş bir söz değil, bunun bir fiziksel, maddi karşılığı var. Çünkü mücadeleci bir sendika, mücadele hattını geliştirerek örüyor,  yani adeta teşbihte hata olmaz dosta güven, parababalarına korku salan bir sendika niteliğinde şu anda. Adeta fırtınalı bir denizde işçi sınıfı açısından sığınacak liman gibi. Kendi iş kolu dışındaki işçilere dahi önderlik edebilen, eden bu inanca ve yeteneğe sahip bir sendika. Bu anlamda mücadelenizde de başarılar dileriz. Teşekkür ederiz Erdal Başkan bu değerlendirmeler için.

Erdal KOPAL (Nakliyat-İş Genel Sekreteri): Ben teşekkür ederim.

Özkan KUPLAY (Yönetici):  Şimdi diğer konuğuma söz vermek istiyorum. Sağlık alanına yönelik size söz vermek istiyorum Muhteber yoldaş. Nasıl bir değerlendirme yapmak istersiniz? Sağlıkta, sağlık alanında hem ücret adaletsizliği hem sağlık emekçilerinin yaşamış olduğu çalışma koşulları hakkında bir değerlendirme. Söz sizde.

Dr. Muhteber ÇOLAK (İzmir Aile Hekimleri Derneği Başkanı): Teşekkür ediyorum, iyi akşamlar diliyorum tüm arkadaşlara, sağlıklı akşamlar. Erdal Başkan çok teşekkür ediyoruz.

Sağlık alanında neresinden tutsak elimizde kalır durumda, sağlık sistemi sağlıkta dönüşüm programıyla özellikle AKP’nin böyle zevkle hızlıca uyguladığı ve topluma sağlıkla ilgili çok ciddi vaatlerde bulunarak yola çıktığı sağlıkta dönüşüm programının sonuna doğru ve çöküşe doğru geliyoruz ne yazık ki.

 Şu an, ama ülkemizde öyle bir sağlık algısı var ki sağlıkta yaşanan sorunların nedeni sağlıkta hizmet veren kişilermiş gibi yapmayı hep başardılar, o doktor daha iyi olsaydı ya da o hemşire daha iyi davransaydı bu sorunlar yaşanmaz gibi bir algı var. Oysa bu sorunların hemen hemen tamamı sistemin organizasyonu ile ilgili.

Ben aile hekimiyim, aile hekimliği dernek başkanıyım İzmir’de aynı zamanda. Önce kendi alanımdan başlamak istersem aile hekimliği sistemine geçişte birçok hekim karşı çıkmıştı, Hastalar açısından bir boyutu vardı birde çalışanlar açısından boyutu vardı, hastalar açısından kısmına girmeyeceğim ama çalışanlar açısından baktığımızda.

Kısmi anlamda özelleştirmeydi aslında bu, bizim çalıştığımız binalar, sağlık merkezleri aile hekimleri tarafından ödemesi yapılan finanse edilen, kirası ödenen yeri geldiğinde yeniden inşa edilen birimler. Yanımızda çalıştırdığımız hemşirelerin bir kısmı ve personellerimizin yine ücretleri aile hekimleri tarafında ödeniyor, çok ilginç bir hukuksal zemin var burada.

Bizim kendimizin de sendikalarımız var bizde grev yapıyoruz, hak arıyoruz mücadele etmeye çalışıyoruz ama aynı zamanda o iş yerinde çalıştırdığımız personelin patronu pozisyonundayız.

 Şimdi burada asgari ücret bağlamında konuşunca, biz direk iş yerimizde konuşuyoruz. Kaç dönemdir asgari ücrete gelen zamla bizim çalışanlara ödememiz ya da masraflarımızı karşılamamız için bize ödenen cari gider diye adlandırdığımız bir ödenek var. Bizim cari giderlerimize memur maaşına göre zam geliyor, geçen dönemde bu dönemde asgari ücrete daha fazla zam geldi, yoksulluk ve açlık sınırının altındaki olan o zam bizler açısından ödenemez duruma geldi. Çünkü özellikle büyük kentlerde artan fahiş kiralarla birlikte aile sağlığı merkezlerini döndürmek nereyse imkânsız hâle geldi. Hatta şöyle şeyler yaşıyoruz, İstanbul’da bir aile hekimini ev sahibi tehdit ediyor, bakın doktor hanım bayansınız dışarı çıkıyorsunuz, dolaşıyorsunuz, güvenle dolaşıyorsunuz dolaşamazsınız diye. Bakın sağlık hizmeti aldığınız kurumunda çalışan hekim şu an bu durumda.

Hani kendi ücretimize girmeden hani bütün bunları paylaşmak isterim. Bu iktidar, AKP iktidarı ne yazık ki, her alanda olduğu gibi sağlık alanında da iş barışını bozmak için herkese farklı koşullar yarattı. Şöyle söyleyeyim aile hekimi ücretini kendisine kayıtlı hasta üzerinden ücret alıyor 4000 tavan en yüksek hasta kaydı, 1500 hastası olan da var, işte arada bütün sınırlarda değişiyor. 1500 hastası olan bir doktor nerdeyse asgari ücretin biraz üstünde bir ücret alabiliyor. Hemşiresi keza öyle bir ücret alıyor Yasal olarak bizim yıllık izin hakkımız yok, genç olan doğum iznine ayrılan doktor daha önce geçen haber olmuştu ulusal basında da asgari ücretin altında ücret alıyor. Böyle bir ücret sömürüsü sistemi kurdular.

 hatta öyle ilginç bir şey ki negatif performans diye performans bir sistemi var. belirli kriterlere göre ücret öderim diyor ama aile hekimliğinde negatif performans var. Bir hastaya ulaşmadığınız, bebeğini de aşıya getirmedi ve siz belgeleyemediniz 8 bin liraya varan ücretler kesilebiliyor bir o bebek aşıya gelmeği için. Yani vatandaşa yönelik bir sorumluluk vermeden vatandaşın çocuğunun aşısını sadece hekime yükleyen bir sisteme dönüştürüldü. Tabii ki aşı önemli ama bir taraftan da aşı karşıtlığını teşvik eden bir kesim var.

Farklı konular tartışmalar ama asgari ücret bağlamına geri dönersek bizim aile sağlığı merkezinin elektriği, doğalgazı, suyu, orada kullandığımız sarf malzemeleri enjeksiyon polikliniğinde kullandığımız pansuman malzemeleri, ilaçlar, uyguladığımız ilaçların fiyatları %200 arttı ama bizim bununla ilgili ödeme olarak aldığımız ücret artmadı. Yani bu çok ciddi bir sıkıntı ama sağlık sorununu biz hekimler, sağlık çalışanları aslında tek başına ücret sorunu olarak görmüyoruz, aslında ücret en son sorunlardan birisi.

Ne yazık ki sağlık işkolundaki organizasyondan kaynaklı yani Sağlık Bakanlığından sağlık hizmetini organize edenlerden ki bu hekim değil, işyerinde poliklinikte çalışan hekim değil, Hastanenin Baş Hekiminden, Sağlık Müdüründen Sağlık Bakanlığına kadar bürokratik kadrodan kaynaklanan organizasyonsuzluk nedeniyle insanlar poliklinikte yüz yüze geldiği hekime saldırır oldu.

Şimdi çok sık duyuyorum işte şunu gittim öyle yaşandı, böyle yaşandı ama hak etmiyorlar mı? Ben de 32 yıllık hekimim olarak sormak istiyorum: bu ülkenin başka alanındaki başka yerinde başka kimse hak etmiyor mu? Politikacılar hak etmiyor mu? Yapabiliyor musunuz? Yok. Hekime geldiğimizde herkes bunu böyle dillendiriyor. Diğer kamu kurumlarına gittiğinizde, bankaya gittiğinizde ne diyim talep edemediğiniz şeyleri sağlık kurumlarında çok rahat talep edebiliyorsunuz ve hak olarak görüyorsunuz.

Çünkü ne yazık ki, Sağlık Bakanlığı hekimlerinin, sağlık çalışanlarının arkasında durmuyor ama tabi Sağlık Bakanlığını değil en tepedeki Recep Tayyip ERDOĞAN biliyorsunuz hekimler için doktor efendi dönemi bitti demişti bir konuşmasında. Sonrasında giderlerse gitsinler demişti ve ne yazık ki birçok meslektaşımız ülkeyi terk etti. Şimdi sağlıktaki tıkanmayla ilgili, hekim açığıyla ilgili çözüm olarak önerilen şey genç hekimler diyor ama bir şeyi atlıyor, gidenler genç hekimler. Ben 32 yıllık bir hekimim asla gitmeyi düşünmedim, benim sınıf arkadaşlarım, yaşıtlarımdan da çok fazla giden kimse yok. Gidenler yeni mezunlar. Daha öğrenciler gitmek üzerine programını yapıyor. Fakültesini bitirmeden gitme koşullarını oluşturmaya çalışıyor. Onların bu durumdan haberlerinin olmaması mümkün değil de herhalde işlerine öyle geliyor, sorunlardan devam edersem bizim Aile Sağlığı merkezinde hemşirenin biri kadrolu hemşire öbürü ücretli hemşire aynı işi yapıyorlar benzer sorumlulukları taşıyorlar ama birisi asgari ücret alıyor diğeri işte normal devlet memuru ücreti alıyor. o diğerinin aldığı ücretle yoksulluk sınırının altında ama asgari ücretin üstünde bir ücret alıyor yine de yani bu zam döneminde bize zam belirtmek istiyorum taban ücreti yapıldı sağlık da öyle bir ücretlendiriyorlar ki taban ücretimiz çok düşük. Destek, teşvik, performans gibi gibi farklı isimlerle ödemeler yapılıyor, olmadı seyyanen zam veriyor ama bunların hiçbirisi bizim sosyal haklarımıza emekliliğimize yansımıyor.

 Benim bölgemde yaşlı bakımevi var dolayısıyla oradan dolayı yaşlı bir ortalama kalitede orta kalitede lüks bir yer değil, bir aylık yaşlı bakım ücreti şu anda 28.000 TL. Bir emekli hekim 28.000 TL almıyor benim artık ölçüm bu, çünkü artık modern bir toplumda yaşıyoruz emekli olan üst yani işte doktora üst düzey eğitimli emekli olan bir kişi yani işçi zaten değil de emekli olduğunda aldığı emekli ücreti ile bir yaşlı bakım evinin ücretini karşılama koşulu yok bu çok ciddi bir şey, bir gelecek kaygısı taşıyor bütün hekimler. Şimdi mesela hastanelerde çok ciddi bir yığılma var ama bunun çözümü 5 dakika da bir hasta bakmak değil yani buna ciddi bir çözüm, bilimsel anlamda çözüm üretilmesi gerekiyor

Özkan KUPLAY (Yönetici): Araya girebilir miyim Muhteber abla, bir önceki soruna yönelik işte genç hekimler ülkeyi terk etti giderlerse gitsinler çıkışından sonra genç hekimlerin çoğu ülkeyi terk etti maalesef. Hani o bir şey diyemeyiz fakat onun yerine özellikle bazı hastanelerin bazı bölümleri tamamen yabancı uyruklu doktorlarla dolmuş durumda. Bunları da görebiliyoruz. Dışarıdan ithal hekim ediniliyor ve maalesef bu doktorların bu hekimlerin de birçoğu yani Suriye gibi Irak gibi İran gibi ülkelerden ya da işte bu tarz ülkelerden gelen hekimlerle dolduruluyor. Bu açık sizce yani bu iş bu politik bir tercih aslında bu iş nereye gider yani bu hekim açığını bu şekilde kapatabilir miyiz? Bu bizi ne gibi sonuçların doğmasına sebep olur?

Dr. Muhteber ÇOLAK (İzmir Aile Hekimleri Derneği Başkanı): Şimdi bizim doktorlarımız Avrupa’ya gidiyor Almanya’ya gidiyor İngiltere’ye gidiyor Amerika’ya gidiyor Kanada’ya gidiyor ve bizim kuşak doktorlardan kim istese bu ülkelerden kabul görüyor. Ama yine de buraya gittiğinde herkes okuduğu tıp fakültesinden aldığı derslerine kadar bunu belgeleyerek buralara ve sınavlardan geçerek buralara kabul ediliyor. Elbette ki bizim ülkemizde de başka yerden doktorlar gelir ama aynı koşullar aynı kıstaslar aynı ölçütler uygulanıyor mu? Burası şüpheli. Yani Suriye’den gelen insanları beyanla çalıştırdıklarıyla ilgili değerlendirmeler okuyoruz. Bakanlığın direkt, net açıklaması yok o yüzden bilemiyorum ama asla yurt dışına gidildiğinde bize yani Batı. modern Batı ülkelerinin uyguladığı kriterler uygulanmıyor. Hekim açığını bu yöntemle çözebileceğimizi düşünmüyorum. Yeni tıp fakülteleriyle de, bu kadar çok tıp fakültesi açılmasının sağlıktaki kaliteyi niteliği düşüreceğini düşünüyorum çünkü son dönemde tıp fakültelerinde çok ciddi bir mobbing uygulanıyor. Dolayısıyla tıp fakültesi hocalarının büyük çoğunluğu ayrılmış durumda. Hekimlik usta, çırak ilişkisidir dolayısıyla hani diğer mesleklerinden çok biz meslektaşlarımıza abla abi diye hitap ederiz. Çünkü siz işinizi kitaptan öğrenemezsiniz. Usta çırak ilişkisi ile öğrenirsiniz. Size öğretecek biri yoksa, öbür türlü işte şu an yapay zeka çağına giriyoruz o zaman hekim olmaz yapay zekaya koyarız belirli algoritmalarla insanı duyguyu, insani kısmını atlayarak nasıl bakarsan öyle bakar. İş ona dönüşür. Dolayısıyla tıp fakültelerinde hekimleri tutmaları gerekiyor. En yakınımızdan, ben 9 Eylül’le ilgili bir örnek vermek istiyorum, ben 9 Eylül’e yakın bir yerde çalışıyorum. 60 tane hoca emekli oldu. Bir tıp fakültesi için yani en son, yeni bu çok ciddi bir rakam. Çünkü insanlar idare tarafından baskı altında tutuluyor ayrıca birçok fakültede. Dün  bu programla ilgili bilgi almak için bir tıp fakültesindeki pediatri hocası, hocamla sohbet ettim asistan gelmediği için pediatri bölümünün yani çocuk hastalıkları bölümünün birkaç üniversite saydı kapanma riski ile karşı karşıya olduğunu söyledi. Bu çok ciddi bir sorun. Hani şu anda çocuğunuzu çok sıra bekleyerek götürüyorsunuz ya da yeterince hekim bulamıyorsunuz.

İnsanlar o bölümde çocuk hekimi olmak istemiyor bu ülkede. Çünkü bu ülkede çocuk hekimi olduğunda serum takarken çocuğumun canı yandı diye darp görüyor, şiddete uğruyor. Küçücük çocuğun canını yakmadan serum takmanın bir yolu yok, yok böyle bir şey yani. Maalesef hani sadece ücret değil sağlıkta sorun, sağlıkla şiddet çok ciddi bir sorun. Bununla ilgili Sağlık Bakanlığının çok ciddi bilimsel ölçütlerle düzenleme yapması gerekiyor. Meslek grupları arasında çok ciddi ücret eşitsizlikleri var çok ciddi iş yükü var. Yani ben kendi adıma bugün polikliniğimde bir Whatsapp’a, bir saniye bakmak için ya da  birine telefon açmak istediğinde inanın gerçekten imkansız. Hani kişisel ihtiyaçlarınızı zor giderebildiğiniz bir çalışma ortamı. Bütün işler zor ama hiçbir iş kolunda insanın bir telefon açamadığını, bir Whatsappına bakamadığı bir çalışma ortamı olduğunu ben düşünmüyorum. Hani bu insani anlamda çalışılabilir kaldırılabilir değil. yani sağlıktaki sorun paranın ücret eşitsizliğinin dışında başka bir şey. Ama şöyle bir şey çok kalifiye bir emek, örneğin yeni iş yerinde konuşulduğu için biliyorum saçını arkadaş 5.000 liraya saç boyatabildiğini söyledi. Bir baypas ameliyatı yapan, kamuda yapan bir hekim o ameliyata karşılık asla 5.000 TL almıyor, döner sermayeden, hani böyle bir ciddi emek sömürüsü var.

 Ben kendim adli nöbet tutuyorum, bir hafta boyunca evinde vefat eden kişilerin gidip ölüm muayenesini değerlendirip raporunu veriyorum. Gecenin ikisinde üçünde evimden kalkıp vefat eden kişinin evine gidebiliyorum. Bu işi insan kaç lira için yapar bir hafta boyunca? Ki nöbet ücretim benim 3.250 TL. Yani evinizde bir tamirat için, tadilat için birini çağırsanız alınan ücretler ortada. O insanlar hakkını alıyor, hakkını alamayan biziz. Üstelik bu tarz bir işi kim kaç kişi gidip bu böyle bir işi yapmak ister? Yani böyle bir çıkmaz içinde sağlık sistemi.

Bütün bu yük ve stres altında artık insanların hekimleri, hemşireleri, sağlık çalışanlarına hastalarla karşı karşıya getirdiler, insan sevgisini bitirdiler insanların kalbindeki. Yani belki bunu bir kişi yapıyor, ben hamileyim karnıma vurma diye yalvaran hemşirenin karnını tekmeleyen hastayı gören bütün hemşireler belki bu yansıtma belki ama yapmaması gerekir evet ama bunu kendini kontrol edemiyor ne yazık ki. Birçok insana yansıtıyor. Bunun haklı olduğunu söylemiyorum, bu sistemik bir sorun.

Bu artık sağlık çalışanlarının sorunu olmaktan çıktı bu, bu toplumun sorunu. Toparlamak istiyorum, çok uzattım ama ben şunu söylüyorum asgari ücret bütün hepimizin ücretini etkiliyor.  Biz hekimler olarak şu an bir tık yoksulluk sınırının üstünde ücret alıyoruz ama ben emekliliğime artık 50 yaşını geçmiş bir hekim olarak yarınımı düşünüyorum ve emekliliğime yansıyacak ücret istiyorum. Sosyal haklarımın emekliliğime yansımasını istiyorum, bütün arkadaşlarımız bunu istiyor dolayısıyla. Ama sağlıktaki sorun artık sadece hekimlerin, sağlıkçıların sorunu değil, toplum bunu gerçekçi görmek ve doğru çözümler talep etmek zorunda. Uzattığımız için hızlandırmak istiyorum ama şunu söylemek istiyorum: bütün bunların sorunu tabii örgütlü bir toplumdan geçer. Ne yazık ki bizim alanımızda en son baktığımda 50 küsur  örgütlü sendika vardı. Ama tabi en büyük örgütlülük yandaş sendikada, sarı sendikada. E dolayısıyla kamu sendikaları, memur sendikaları var ama bir günlük 2 günlük iş bırakma eylemi yapıyoruz ama o bir çözüm üretmiyor. Ama hak alıcı süresiz grev yapma yasal hakkımız yok. E çoğunluk ya da yetki yandaş sendikada olduğu için bunu ne yazık ki örgütleyemiyoruz ve böyle sömürülmeye devam ediyoruz.

 Şunu da söylemek istiyorum, yani hekimlerin ortalama yaşam süresi toplumdan 10 yıl kısa. Biz her gün işinin başında vefat eden bir arkadaşımızın cenazesini anıyoruz, kaldırıyoruz. Yani hani hastadan çok hekimler stres altında ve bu yükü taşıyamıyor hekimler hemşireler ve diğer sağlık çalışanları. Ücret adaletsizliği diz boyu. Şunu söylemek istiyorum, yani söyleyecek çok şey var kamuda bu taşeron işçileri 4Bden kadroya almışlardı ya şimdi sağlık çalışanları, hekim, hemşire gece çalıştığında bayramda hafta sonu çalıştığında ücret farkı yok Erdal başkan bilecektir, işçiler iş yasasına göre gece çalışmanın bayram çalışmasının ücreti farklı. O ücret farkı nedeniyle şu an üniversite hastanelerinde 4B ile çalışan temizlik işçilerinin ücreti oradaki hemşirelerin ücretinin üstüne çıktı. Çünkü hemşireyi köle gibi çalıştırıyor ama bu ücret farkını uygulamıyor. İnsanlar günde 10 nöbet tutuyor ayın 10 günü evinde değil. Yıllık hesabını yapamayacağım yani bu kadar gün eşiyle çocuğuyla vakit geçirmiyor ve bunun karşılığını almıyor ne yazık ki. Dolayısıyla artık insanlar bu yükü taşıyamayacak duruma gelmiş durumda. Bu yüzden bütün bunların çözümü çok derdin tek ilacı, tek sendikada mücadeleci bir sendikada, Nakliyat-İş gibi bir sendika da örgütlenmemiz gerekiyor, hak aramamız gerekiyor. Ben dernek başkanıyım, dernek de aslında bu örgütsüzlüğün doğurduğu bir sonuç. Biz dernek olarak grev kararı alıyoruz, bizim aldığımız kararı sendikalar da karar alıyor yani yasal olarak tabi ki derneğin grev kararı hakkı yok sendikalar da grev kararı alıyor ve grev yapıyoruz, organize ediyoruz, eylem yapıyoruz kısmi anlamda hak elde etsek bile bizi yönetmelikle sürekli yönetiyorlar o yönetmeliği iptal ettiriyoruz daha kötü yenisini çıkarıyorlar. Yıllardır bu süreç böyle devam edip gidiyor. Ben toparlıyorum şu an çok ciddi bir salgın yaşıyoruz örneğin Covid mi? İnfluenza mı? Bakanlık bize ciddi açıklama yapmıyor, elimizde test kiti yok. Ben kendi adıma kendi polikliniğimde de bütün herkesle de ciddi ateşli insanlar geliyor, bir dönem bu enfeksiyon için biz kapanmıştık şimdi maske bile takmıyoruz. Hani bu politikayı bakanlık bana veri verecek ki bir test verecek, kit verecek, olanağını verecek ben bunu ayırabileyim yani ben ya da biz işte hekimler çalışanlar hastayla karşı karşıya çaresiz bir biçimde. Birbirine kırdırıyor ama bunun çözümü Sağlık Bakanlığının ve sağlık bürokrasisinin bu sistemi çözmesi ama tabi burada Sağlık Bakanı özel hastane patronu olunca tabi ki bunu çözmüyor.

 Burada sorununu çözemeyen vatandaş varını yoğunu satıp, bu sağlık, can meselesi deyip özel hastaneye yatırıyor ve buradan birileri para kazanıyor. Bizler inadına kamuda çalışmaya elbette ki devam ediyoruz ama gelecek nesillerde bu böyle devam etmeyecek,

 Bizim kuşak emekli olduktan sonra daha ciddi sağlık sorunları bekliyor bu ülkeyi. Bu yüzden hekimler Sağlık Bakanlığının parmak işareti yaptığı gibi para için gitmiyor, geleceğini güvencede göremediği için can güvencesi olmadığı için gidiyor. Çok uzattım, çok uzun bir konu tekrar bunları konuşmak isterim o yüzden Halkçı Kamu Emekçilerine böyle bir fırsat verdiği için kendi adıma, derneğim adına, meslektaşlarım adına çok teşekkür ediyorum, iyi akşamlar diliyorum. Başka bir sorunuz olursa tekrar konuşuruz elbette.

Özkan KUPLAY (Yönetici): Teşekkür ederiz oldukça siz de çok kapsamlı bir değerlendirmede bulundunuz. Maalesef nereye dokunsak oradan ah sesleri yükseliyor. Bizim de sağlık emekçilerine canımızı sağlığımızı emanet ediyoruz ama maalesef ki karşı taraf yani sağlık emekçilerinin sağlığı bizimkinden sanırım daha bozuk durumda ki bizden evvel ölüyorlar. Üzücü ama maalesef mücadele bizi bekliyor bu anlamda gerek sendikal mücadele gerek siyasi mücadele tek bir silahımız var o da mücadele etmek. Teşekkür ederiz başkanım değerlendirmeleriniz için. Şimdi diğer konuğumuz Nesibe Hocama söz vermek istiyorum. Eğitim alanında pek parlak değil sanırım Nesibe Hocam değil mi? Siz neler söylemek istersiniz?

Nesibe GENÇER (Eğitim ve Bilim Emekçisi): Aynen öyle, Bizde de aynen bir dokunup bin de ah işiteceğiz.Ne yazık ki yıldan yıla da eğitimle ilgili sorunlarımızın her geçen gün arttığı günleri yaşıyoruz. Yani eğitim tabii çok kapsamlı bir alan, yani sadece öğretmenlerdeğil.Bir üçlü saç ayağı var bunun: öğretmen, öğrenci veli ayağı var.Her biri kendi açısından o kadar çok dertli ki hangi sorunları dile getireceğimi ben de böyle hani şimdi sağlık alanı ayrı, eğitim alanı ayrı ve bunlar en temel insan hakları değil mi?İki alanın temel isteklerinin doyurulması gerekiyor.Yani insan, insana eğer hitap edecekseniz ve insanı temel alıyorsanız bunları en öncelikle çözmeniz gerekir.Ama ne yazık ki Kapitalist sistemde böyle bir sistem yok.Yani kâra dayalı bir anlayış var.Dolayısıyla da insan odaklı değil, daha çok siz nasıl kazanacaksanız, nasıl daha çok kârınıza kâr katacaksanız, arttıracaksınız bunun hesapları yapılıyor.Dolayısıyla da ne yazık ki eğitimin de böyle bir sınıfsal boyutu var yani, kökte sistemde işte işveren sınıflarda işveren kendi kârına kâr katarken, dolayısıyla bu üst yapı kurumlarına, eğitime de öncelik tanımıyor.Ama bizim toplumumuzda biraz daha farklı.Özellikle Tefeci Bezirgân sermayenin işte 20 yıldır iktidarda olduğu, bir AKP iktidarı sürecini yaşıyoruz. Bu süreçte de eğitim sistemimizdeki sorunlar bu üçlü saç ayağı dediğim hem öğretmenin, hem öğrencinin, hem de velinin çok ciddi sorunlar yaşadığı bir dönem.Şimdi buradaki vurgum şöyle: elbette ki biz politik değerlendirmeler yapıyoruz, eğitimin niteliğine ilişkin konuşuyoruz ama bakıyoruz ki bu süre içerisinde bile mevcut iktidar kendi eğitim bakanlarını bile sürekli değiştirmiş ve kendi Eğitim Bakanlığı politikasında bile istikrarlı olamamış.Yani her gelen bir Eğitim Bakanı tüm bunlara ilişkin farklı politikalar geliştirmiş, bu da eğitimin daha bir kangrenleşen bir yara haline geldiğini yaşıyoruz ne yazık ki.Şimdi burada öncelikle veli ayağına baktığımızda, veliler gerçekten artık çocuklarını AKP iktidarında okumak hayal oldu yani okutturmak hayal oldu.Bu nedenle onlar da kendilerince daha iyi okullarda çocuklarının okumasını, iyi eğitimler almasını istiyorlar, ama okullar kayıt paralarından tutun da okullardaki seçmeli dersler adı altında uygulanan uygulamalarla da istenen bir eğitimi alamıyorlar.Öğrenciler açısından da böyle, öğrenciler de kendi istedikleri bir seçmeli dersten tutun okul ortamına veya alacakları eğitim sistemindeki söz hakkı olma noktasında böyle bir durumları yok.Bunlara tabii ki somut örnekler de vermek gerekir:Öncelikle işte kayıt paralarından tutun özel okullarla kamu yani devlet okullarının birbirinden ayrılması başlı başına bir eğitimdeki fırsat eşitsizliğinin de en temel noktası.Diğer bir açıdan da baktığımızda gece gidiyorlar çocuklar okullara, yani bununla ilgili sendikaların da çok ciddi çalışmaları var.Ben Eğitim-İş Sendikasının üyesiyim Eğitim-İş’in de çalışmaları oldu. Ama ne yazık ki çocuklar saat yedide, altı buçuk, yedide işte yollara düşüp karanlıkta okullara gitmekle uğraşıyor.Aynı zamanda çocuklar okullarda aç oluyor, açlıktan bayılan çocuklar var yani beslenme demek sadece karın tokluğu değildir.

Özkan KUPLAY (Yönetici): Evet maalesef şu an teknik bir aksaklık yaşadık. Herhâlde Nesibe Hocam yayından düştü. Bağlandığı zaman tekrar devam ederiz. Nesibe hocam bir kısa bir teknik aksaklık yaşadık. Tamam buyurun lütfen buyurun.

Nesibe GENÇER (Eğitim ve Bilim Emekçisi): Devam edeyim yani öğrenciler açısından baktığımızda devam edecek olursam gerçekten gece yarısı yani karanlıkta çocuklar okula gidiyorlar ve aç gidiyorlar onlar onunla ilgili çok ciddi sorunlar yaşıyorlar, veliler açısından baktığımızda çocuklarının gerçekten özellikle de eğitimin içeriğiyle ilgili seçmeli dersler ve uygulamalarıyla ilgili gerçek anlamda bilimsel eğitimden ve fırsat eşitliğinden yararlanılmayan durumda ve okulda kayıt paraları ve buna benzer sorunlar yaşanmakta.Dediğim gibi hani bir dokunup bin ah işiteceğiz ve hangisini sayacağımı bilemiyorum ben böyle, hani hepsini de böyle dile getirmeye çalışıyorum. Sonuçta biraz daha öğretmen odaklı konuşacak olursam yani biz yaşadığımız sorunlarla ilgili yani bizim mesleğimiz insana dokunan bir meslek.Yani insan faktörü önemli.Dolayısıyla siz insana değer veriyorsanız, yeni bir insan yaratacaksanız bu eğitime önem vermeniz gerekiyor.Dolayısıyla da insana değer verilmeyen veya insan odaklı yaklaşılmayan bir eğitim politikasında da ne yazık ki öğretmenlerin de durumu içler acısı. İşte iki uç noktayı karşılaştırdım ben işte AKP iktidarının, hükümetin ilk iktidara geldiği yıllarda öğretmenler 470 TL maaş alırken 21 çeyrek altın alabiliyorlarmış.Daha günümüze gelecek pardon 2008 yılında 21 çeyrek altın alıyor 2015 de 13 çeyrek altın alıyor ve artık 2024 te de yeni başlayan bir öğretmen ancak 10 çeyrek altın alıp maaşını böyle şey, yaşamını bu şekilde geçirmeye çalışıyor.Elbette ki bu işsizlik ve pahalılık cehenneminde öğretmenler de bu kendilerini bu sorunlarla baş ediyor. Şimdi öğretmenlik mesleği deyince o kadar çok farklı sorunlar var ki dediğim gibi bu üçlü saç ayak ya bunun ekseninde gelişen sorunlar var.İşte aile kaynaklı sorunlar, fiziki donanım sorunları var, sosyal sorunlar, öğrenci kaynaklı sorunlar ve mesleki sorunlar diye de ayırabiliriz bunları.Ben birazcık daha mesleki sorunlar noktasında konuşmamı gerçekleştirmek istiyorum. Aynı sağlık sektöründe yaşandığı gibi bizim de artık öğretmenlerin işte ücretli öğretmen, sözleşmeli öğretmen, kadrolu öğretmen, işte uzman öğretmen ve baş öğretmenliği kendi içimizde ayrımlar var.Hâlbuki her bir öğretmen aynı sınıfa derse giriyor ama almış olduğu ücretler birbirinden tamamen farklı, ek ders ücretleri farklılığı söz konusu.İşte çok somut örnek vereceğiz, işte ya öğretmenin almış olduğu bir ek ders ücretiyle siz anca bir tost alabilirsiniz yani gelinen nokta bu yani gerçekten Cumhuriyet dönemi ile bile böyle kıyaslanacak olursa ki hani ideolojik olarak da baktığımızda Cumhuriyete yönelik atıflarda öğretmen böyle yaşamıyor.Öğretmen toplumda bir saygısı olan ve değer verilen, itibarı olan bir meslekti.Ne yazık ki günümüzde aynı şekilde öğretmene de kapıdan okula giren öğretmene şiddet uygulama yetkisini buluyor veya öğretmenin bilgi düzeyine sosyal alandaki yapısına değerlendirme yapma ihtiyacı duyan insanlar da çıkabiliyor, böyle biz toplumsal noktaya getirilmiş durumda öğretmenler.Daha sonrasında tabii ki öğrenci odaklı demiştim ya bu anlamıyla da işte öğrencilerin topluma kazandırılması noktasında da özellikle de laik, bilimsel, demokratik ve kamusal eğitim dediğimiz, bizim temel sloganımızın artık esamesi okunmuyor.Laik eğitim noktasında okullarımıza artık bizim ÇEDES projesi adı altında da cami hocaları, imamlar getiriliyor ve onların tüm bu çalışmalarda söz hakkı isteniliyor ama siz burada bir geleceği kuracaksınız.Öğretmene öğrenci teslim edeceksiniz eğitimi kuracak gelecek teslim edeceksiniz ve bunların yok edildiğini görüyoruz ne yazık ki.Çok uzağa gitmeyelim işte burada Turgutlu’da da işte sınıflara giren bir din görevlisi çocuklara somut işlemler, soyut işlemler dönemi diye ayırıyoruz işte somut işlemler döneminde olan çocuklar korkularla ve şeylerle yürütüp bilimsellikten uzak dayatmalar yapabiliyor.Bu bunlar çok ciddi sorunlar, laik eğitimin işte biz yani ruhuna Fatiha okuyoruz ne yazık ki bu uygulamalarla birlikte.Onun dışında tabii ki dedim ya bir de az önce velilerden kayıt adı altında paralar alınıyor, birtakım uygulamalar yapılıyor.Ama diğer türlü pek çok vakıflar ve derneklere çok rahat bir şekilde kaynaklar aktarılabiliyor, ne yazık ki Milli Eğitim bakanımız da bunlara bir STK demişti ve daha sonradan da işte biz bunlarla bir tüzel kişilik olacak dedi biz bu tüzel kişiliklerde değil işte dernekleri, vakıfları biliyoruz TÜRGEV, Maarif Vakfı, İlim Yayma Cemiyetleri gibi vakıflar adı altında okullarda ne yazık ki bilimsel, laik eğitimin esamesi okunmaz duruma geliyor. Aynı şekilde 1.000.000 civarında ataması yapılmayan öğretmen var ama diğer taraftan da öğretmen ihtiyacı var, bunlar yapılmıyor.Ataması yapılmayan öğretmenlerin branşlarındaki dersler ortadan kaldırılıyor pek çok branşta yıllardır öğretmen ataması yapılmadığı gibi o derslerin de saatleri azaltılıyor öğrencilerin bilimden, sanattan uzaklaştırılarak gerçekten zihin hasarlı yani zihince kuşatılmış gençlik yaratılmak isteniyor ki bilimsel olarak da açıkladığımızda da işte siz 12 yaşına kadar çocuğu belli bir noktaya getirebilecekken artık siz ona belli bir şeyler kazandıramıyorsunuz, eğitim alanında kendi zihnini geliştirebilecek alanda. Çünkü bunların ekseninde işte öğretmen bir de ekonomik anlamda bu zorlukları yaşayınca işte ben nasıl kiramı ödeyebilirim nasıl yaşayabilirim, biliyorsunuz pek çok meslek gruplarında belki hani işçilerde de hani mücadele sonucunda kazandıkları işte yemek hakkı, yol hakkı ve işte kreşe barınak hakları falan söz konusu olur ama öğretmenlerde bunların hiçbirisi olmaz öğretmenler hani kendi çocuklarından bu konuda çözümsüz kalırlar, kendi çocuklarının eğitimine bile o anlamıyla yeterli olanağı tanıyamazlar.Ki bunların dışında işte siz eğer sınıfa girdiğinizde sınıfta çocuklarla bir şeyler yapabiliyorsanız ne ala deyip mutluluktan uçabiliyorsunuz.Biraz önce arkadaş bahsetti, şimdi yapay zeka dedi ama siz yapay zekanın yapmayacağı çok şeyleri öğretmen yapar işte siz bir çocuğun gözlerine baktığımızda onun duygularını onun hayatına gelecek şeyleri hiçbir elektronik anlamda veya diğer yapay zeka anlamında hiç kimse veremez.Öğretmen verebilir.İşte siz eğer öğretmenizin itibarını ve geleceğini kurarsanız gerçek anlamda geleceği kurarsınız hani Che Guevara diyor ya yeni bir toplumu yaratacaksınız.Yeni insanlar yaratacaksınız biz bu konuda umutluyuz.Yeni insanları yaratacağız, mücadele ediyoruz kendi yani özlük haklarımızın yanında mücadele ediyoruz ki bunun da ne yazık ki dezavantajları var tabii ki.Okullarda liyakata dayalı olmayan idarecilik ve kadro anlayışları söz konusu. Dolayısıyla yandaş sendika bu anlamıyla bütün bu olanaklarını kullanarak öğretmenlere okullarda da hani mobbingler uygulanabiliyor farklı yaptırımlar gerçekleştirilebiliyor.Yani hangi soruna değineyim hani belki uzatıyorum ama yani bir dokunup bir ah işitelim gerçekten.Eğitimin zorluğundan tutalım okul yönetimindeki alanlar aramızdaki ayrımlar aynı sınıfa girdiğimiz halde kendimizde böyle parçalı yönet mantığıyla getirilen sistemler ne yazık ki öğretmenler arasındaki bu ayrımcılığa yol açarak öğretmenler arasındaki derinleşen sorunları yaratıyor.Elbette ki bunun en önemli çözümü örgütlü mücadeleden geçmekte, birlikte davranmaktan geçmekte dolayısıyla eğitim…

Özkan KUPLAY (Yönetici): Maalesef yine bir kısa düşme yaşandı. Herhalde bu İzmir’de, İzmir’in bazı bölgelerinde maalesef internet ile ilgili birkaç sorun var. Buna bağlı olabilir emin değilim. İnternet problemi yaşıyoruz. İzmirliler böyle bir sorun yaşandı.

Nesibe GENÇER (Eğitim ve Bilim Emekçisi): Benden kaynaklı mı bilmiyorum? toparlamak istiyorum. Yani sonuçca toplumun yani eğitim sisteminden örnek alabileceğimiz çok somut modeller var: işte Küba örnekleri var insana değer veren yaklaşım.Çünkü bizde köy okulları kapatılırken, Küba’da köy okullarına tek bir öğrencinin olduğu okullara öğretmen gidiyor, öğretmenin çalışabileceği tüm fiziki olanaklar okullarda yaratılıyor.Siz istemez misiniz ki çocuklarınızın iyi eğitimler almasını, Fizik derslerini veya doğa bilimlerinin tüm derslerini laboratuvar ortamlarında öğrenmesini?Ama ne yazık ki okullarımızda onlar yok.Okullarımızda o laboratuvarlar ve diğer olanaklar kapatılırken en önemli sorun dinsel şeymiş gibi işte okullarda mescit açılıp onlar tartışılıyor.Yani dediğim gibi gerçekten eğitim sisteminde hangi sorun yok ki yani tüm bunlarla birlikte öğretmen, öğrenci, velisiyle birlikte eğitim sistemimiz aynen Peşaver Medreselerine dönüştürülmüş ve bizler de bu koşullarda çalışmak zorunda bırakılıyoruz. Mücadele ediyoruz örgütlü mücadele etmek gerekiyor diyoruz.Her durum ve koşulda Laik, Bilimsel, Demokratik ve Kamusal eğitim mücadelesini hayata geçirmek istiyoruz.Bunları hayata geçirmek için de tıpkı Köy Enstitülerindeki gibi iş içinde işle eğitim, öğrenerek yaşayarak eğitimin hayata geçirilmesi gerekiyor.İşte siz bunları yaparsanız eğer gerçekten topluma iyi insanlar kazandırmış olursunuz, olumlu insanlar kazandırmış olursunuz.Elbette ki bunun yolu da insana bir piyasa mantığıyla bakıp bir müşteri olarak görmeyip öğrenci odaklı ve öğretmenin istediklerinin hayata geçirdiği bir eğitim sistemiyle olabilir.Bunun da hayata geçmesi için elbette ki bu sistemin ciddi değişiklikler, köklü değişiklikler yapılması gerekiyor diye düşünüyorum.Dolayısıyla siz öğretmenlere toplumda itibar ederseniz, eğitim sistemine yönelik insanı hedef alan noktalara getirirseniz bu sorunların da en büyük sorununuz çözülebilir.Toplumdaki şiddet de ortadan kalkar, insana yönelik değer vermeme de ortadan kalkar dolayısıyla da toplumsal alandaki kapitalist sistemi yaratmış olduğu o işsizlik, pahalılık kıskacında insanlar yaşadığı o şiddet ve baskınların da sonuçları ortaya çıkmış olabilir diye düşünüyorum. Sonuç toparlayacak olursam Eşit, Laik, Bilimsel ve Parasız eğitim mücadelemiz de vargücümüzle devam edeceğiz bulunduğumuz her alanda mücadeleyi yükselteceğiz teşekkür ediyorum diyorum.

Özkan KUPLAY (Yönetici): Evet biz teşekkür ederiz kıymetli değerlendirmeleriniz için. Gerçekten sağlıklı daha doğrusu iyi bir birey yetiştirmek gerekir. Bu bireyi yetiştirecek insanların sağlıklı bir şekilde hayatını idame ediyor olabilmesi gerekir. Dolayısıyla, aslında bu programda da toplumun her kademesinde birbirimize ihtiyacımızın olduğu birbirimizin, birbirimizi yaşatmak zorunda olduğumuzun gerçeği açığa çıkmış oluyor. Teşekkür ederiz Nesibe Hocam değerlendirmeleriniz için. Zübeyde Hanım şimdi genel olarak kamu emekçilerinin çalışma koşullarına yönelik, ücret adaletsizliğine yönelik eminim şimdi oradan da çok ses gelecek ama özellikle liyakat meselesine yönelik sizler nasıl değerlendirmeler yapmak istersiniz?

Zübeyde AYDIN (Büro-İş Bursa Şube Sekreteri): Teşekkür ediyorum.  Konuşmacı arkadaşlara da çok teşekkür ediyorum. Tam da Nesibe Hocamın dediği gibi bir dokunup bin ah işittik. Bu da bize gösteriyor ki, kamu çalışanları maalesef Türkiye gerçeğini çok net ortaya koyuyor. Yani bu gerçekte şu ki ekonomik ve sosyal haklarımız tamamen gaspa uğramış ve uğramaya devam ediyor. Çok net. Bu durum tabii ki birden gelmedi, bu duruma birden gelmedik. Son yıldaki ekonomik krizde tabii ki derinleşti ama çoğunlukla da son 20 yıldaki uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların bir sonucudur bu. Şimdi böyle baktığımızda, kamu çalışanlarına bütçeden ayrılan paya bakıyoruz. 2002 yılında bütçeden ayrılan çalışanlara pay % 6.11 iken günümüze geldiğimizde bu % 5’lere inmiş. Maalesef bu iktidarın emekçiden yana değil de sermayeden yana uygulamış olduğu politikaların bir sonucudur. Emekçilere verilmeyen haklar elbette ki sermayeye peşkeş çekilmiştir. Yani bunu hepimiz zaten takip ediyoruz, görüyoruz ve yaşıyoruz.  Tabii bu süreci de tek başına örmemiştir iktidar. Ağa babalarının  yol göstericiliği ile yanına kendi iktidar eliyle örgütlediği sarı ve yandaş sendikayı da alarak yapmıştır. Bununla beraber de tam da Özkan Hocam’ın dediği gibi, kadrolaşarak ve özellikle  bu kadrolaşmayı partizan boyutuna taşıyarak TÜİK’le beraber yapmıştır. TÜİK’le beraber bu halkın sefaletinin, yoksulluğunun daha da derinleşmesine vesile olmuştur. Bu şu şekilde olmuştur; özellikle de sarı ve yandaş sendikaların yıllardır  hepimizinbildiği yakından takip ettiği ve yaşadığı gibi toplu sözleşme masasına oturarak yüzdelik zamlarla; %3leri gördük biz, biliyorsunuz %5’leri gördük, % 4’leri gördük, yüzdelik zamlarla toplu sözleşme masasında toplu sözleşmeye imza atılıp kalkmıştır. TÜİK ne yapmıştır?  TÜİK  halktan yana yapması gereken enflasyon değerlendirmesini  iktidarın talepleri ve istekleri doğrultusunda aşağılara çekerek halkın cebindeki, hak ettiği ekmeğini almıştır en basitinden. Dolayısıyla değerlendirmeyi böyle yaparsak emekçi halkın özellikle de kamu emekçilerinin daha  yoksullaşmasının ve daha fazla sefalet noktasına gelmesinin mümessili iktidarla beraber bu yandaş sendika ve TÜİK gibi bazı kurumlardır. Buna baktığımızda da maalesef, 2024 yılında toplu sözleşme masasından ne alarak kalktı; % 15 Ocak, % 10 biliyorsunuz Temmuz. Şimdi onunla beraber enflasyonu neye göre belirledi? Erdal Başkan da bunu dile getirdi, TÜİK’in enflasyon oranı % 64.77. Ama elbette ki bağımsız kurum olan ENAG’ın enflasyonu % 127. Yani aradaki uçurum emekçinin cebinden çalınan paradır. Emekçinin bu boyutta yoksullaştırılması ve sefalete sürüklenmesidir ekonomik bağlamda. Dolayısıyla, buna baktığımızda biliyorsunuz basın tarafından pohpohlanıyor % 50’lere varan zam alındı diye. Ama biz bakın enflasyon farkına da zam diyemeyiz. Enflasyon farkı geçtiğimiz yıldaki yapılmış yaşamış olan cebimizden çalınan olan değerlendirmedir, yani paramızın alım gücünün düşmesi sonucunda meydana gelen kayıplarımızdır.

Dolayısıyla, ki bu da gerçek değildir. Yansıması bu şekilde de olmamalı tabii ki. Üç haneli sayılarda enflasyonun olduğunu hepimiz biliyoruz ve yaşıyoruz. Bu gözümüz önünde işte. Malum-senle TÜİK’LE iktidarın meydana getirdiği orta oyunundan başka bir şey değildir. Biliyorsunuz Birleşik Kamu-iş’i son açlık ve yoksulluk sınırını paylaştı: Açlık sınırı; 16.483 TL. Yani  ocak ayı itibariyle asgari ücret olarak belirlenen tutar, ki ülkemizde çok ciddi bir boyutta Erdal Başkan daha net söylemişti, asgari ücretle çalışan işçi mevcut. Neredeyse asgari ücret açlık sınırı. Yoksulluk sınırı ise 46.837 TL. 46.837 TL şöyle bir şey arkadaşlar; tam da Özkan Başkan’ın bana sorduğun gibi, bizim alanımızda 52 tane kurum var. 52 tane kurum ve kuruluşta örgütlenme alanımız ve bizde çalışanların çok çok az bir kısmı, belki de o da yoksulluk sınırını aşabiliyor ya da bu seviyede maaş alabiliyor. Çoğunluğu yoksulluk sınırının altında almaktadır. Bakın çok ciddi bir kurumdan bahsediyoruz. Yani sağlık kendi başına bir alan elbette ki, eğitim alanı kendi başına bir alan ama diğer kalan büro emekçileri perspektifinde  baktığımızda, örgütlenme ağımıza baktığımızda çok ciddi bir çalışan sayısı ve bunların çoğunluğunun yoksulluk sınırı altında bir gelir kaynakları mevcut. Şimdi en düşük memur maaşı geçen yıl, zora kaldılar en düşük memur maaşı asgari ücrete denk geliyordu neredeyse, seyyanen bir zam yapıldı. Seyyanen zamla 22.000 TL oldu. Şimdi Ocak itibariyle bu da 33.000 TL, yani o yoksulluk sınırının yine çok çok altında bir rakamdan bahsediyoruz. İktidar kendi alacağına böyle bakmıyor. Elbette ki yeniden değerlendirmeleri biliyorsunuz. Vergilerden. harçlardan ve dolaylı vergilerden 2024 yılında % 58.46 oranında yeniden değerlendirme öngörüyor, bu derecede artacak demektir. Geçen yıl bu oran % 123’tü. Yani diyor ki; ben senden alacağımı alırım kardeşim, feragat etmem. Ama sana da  dirhemdirhem veririm. Seni sefalete sürüklerim ve bu krizin faturasını da sana keserim. Bunu diyor. Çünkü bu yeniden değerlendirmede arkadaşlar, öyle bir nokta ki, bizim dolaylı vergilerde, bazen gözümüzden kaçıyor, KDV sinden ÖTV sinden dolaylı vergisinden  aklınıza gelen tüm harcamalarınızdan sizden siz görmeden aldığı, harcamalarınızdan aldığı vergi kısmıdır. Bunların hepsini %58. 46 oranında arttırmış. Sana verdiği %15. Bunu verirken zaten geri alıyor. Dolayısıyla sefalete sürüklenmeye bir bakar mısınız bu hinliğe bir bakar mısınız bu halk düşmanlığına, bir bakar mısınız,Şimdi işçilerin durumu elbette ki daha vahim ama kamu çalışanlarının durumu da ondan daha az vahim durumda değil. Sorunlarımızı da arkadaşlar zaten net koydular. Şimdi bununla beraber diyor ki; tamam bunu yaparım ve bu krizin faturasını da size yüklerim. Yani bunu sizden fatura edip sizden de tahsil ederim kardeşim. Yeniden değerlemenin anlamı da budur. Şimdi diğer yönden bakıyoruz, e tabii sorunlarımız sadece ekonomik değil. Sorunlarımız aynı zamanda toplu sözleşme masasına oturan sarı sendikaların, ki bu söyledik sayıca da çok yüksek çünkü kadrolaşma çok ciddi boyutta, bu onların önünü de açmış oluyor. Toplu sözleşme masasına oturan sendikalar kamu çalışanlarının örgütlenme hakkından hiç bahsetmiyorlar. Hiç talepleri yok, grev hakkından hiç bahsetmiyorlar. Hiç böyle bir talepleri yok. Kamu hizmetleri alanlarında alanların tasfiye edilmesinden hiç bahsetmiyorlar. Ticaretleştirilmesinden hiç bahsetmiyorlar ki, sağlık ve eğitimde bunu net görüyoruz.. Dolayısıyla işe almada, atamalarda, görevde yükselmelerde adam kayırmaların partizanlığını toplu sözleşme masasında dile getireni hiç görmedik. Biz alanlarda bunları elbette haykırıyoruz ama sarı sendikaların, yandaş sendikaların bunu dile getirdiğini hiç görmedik.

Burada ne oluyor arkadaşlar? Elbette ki böyle bir yaklaşımla çalışanların hem pasifize edilmesini hem haklarının daha büyük boyutlarda gasp edilmesinin yolunu açıyor. Bizlerin elbette ki burada net bir duruşu var arkadaşlar. Devrimci sınıf sendikacılık anlayışıyla hareket ediyoruz biz. Bu anlamda da önümüze bu hedefi koymuşuz. Biz diyoruz ki grevli toplu sözleşmeli yasal düzenleme istiyoruz diyoruz. Mali ve sosyal haklar için daha meşru mücadeleyi baskılara rağmen sürdüreceğiz diyoruz, ki inatla söylüyoruz bunu alanlarda da bunu haykırıyoruz. Şimdi tek başına yine bu değil, o kadar çok sıkıntı var ki dediğiniz gibi. Biz Birleşik Kamu-iş Konfederasyonu içerisinde örgütlü olan sendikalarda mücadele veriyoruz. Ancak iktidar özellikle kendine yakın olan sendikaları daha kollayıcı davarnırken muhalif sendikalara ve üyelerine karşı daha baskıcı bir tavır sergiliyor, yıldırma politikaları uygulayabiliyor.

Dolayısıyla da bundan kaynaklı  ciddi anlamda örgütlenme alanında sıkıntılar yaşıyoruz. Çünkü bu baskıyı hepimiz de bazı noktalarda görmüşüzdür, yaşamışızdır. Üyelerimiz de bunu yaşıyor elbette ki. Bu anlamda da bir yönden şunu yapıyor; baskılar uygularken kendi yandaş sendikası taraftarına tayininde, terfisinde, görevde yükselmesinde, atamasında diğer hakları kullanmasında da , gayet taraflı davranıyor ve bu taraflı davranma öyle bir üst boyuta çıkıyor ki kurumlardaki çürümüşlüğü arttırıyor. Bu kadrolaşma, bu adam kayırma, bu torpil arayışları kurumların çürümüşlüğünü ve devletin yönetilemezliğini daha üst boyutlara getiriyor maalesef bu çürümüşlük. Bunu da açık bir şekilde hepimiz çalışanlar dahil olmak üzere  görüyoruz zaten.

Şimdi kadrolaşma o kadar üst boyutta ki arkadaşlar. Size bir örnek vereceğim hani bu kadar da olmaz diyeceğimiz örnekler yaşıyoruz. Siz de alanınızda yaşıyorsunuzdur elbette, şimdi biz dediğim gibi biz 52 tane kurum kuruluş örgütlenme alanımız mevcut. Hepsinin maalesef ki bazı sorunları var Daha özel sorunları var ama mesela TÜİK de örgütlenme alanlarımızdan biridir, yani Büro-iş olarak TÜİK’in önünde çok da açıklama yapmışızdır bu noktada. Gençlik ve Spor Bakanlığı da bizim örgütlenme alanımızda. Geçen yıl gündeme de yansıyan bazı olaylar oldu. Özellikle Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın bünyesindeki öğrenci yurtlarındaki atamalarla ilgili, görevde yükselmeleri ile ilgili. Şimdi kurum ve kuruluşlarda görevde yükselmelerin hepsi yönetmeliğe bağlanmıştır. Yani yasal bir düzenleme hepsinde mevcuttur. Bu uygulamalar da bu yasal düzenleme çerçevesinde, kanun doğrultusunda yapılır. İktidar o kadar pervasız ki, hükümet o kadar pervasız ki, artık kadrolaşmada, yurt müdürlüklerimizin 199 yurt müdürünü sınavsız atama yapıyor. Büro-iş Sendikası olarak buna dava açıldı, yürütme durduruldu ve bu engellendi. Yurtları şuradan önemsiyorum bu örneği de şundan verdim; geçen yıl çok yakın tarihte biliyorsunuz bu öğretim yılı başında yurtlarda asansör kazaları oldu, bu asansör kazalarında bir kızımızı kaybettik biz. Bu kadrolaşma, adam kayırma, yeteneksiz, bilgisiz ve görevinin vasıflarını taşımayan idarecilerin uygulamaları sonucunda maalesef çocuklarımızın canı yanıyor, çalışanlarımızın canı yanıyor ve o kurumlarla birebir ilişkisi olan birçok insanın canı yanıyor. Bu çok net. Bu artık kurumların yürütülemez bir noktada olduğunun göstergesidir. Dolayısıyla, kadrolaşma aynen bu şekilde kamuda ciddi yozlaşmaya sebep olmuştur. Geri dönüşü umarım olur umutsuz da değilim ama ciddi bir yozlaşma noktasına gelmiştir kamudaki bu kadrolaşma maalesef. Şimdi dediğim gibi bu tabii ki kadrolaşmada sarı sendikaların, yandaş sendikaların üyelerinin özellikle atamalarda, görevde yükselmelerde öncelenmeleridir. Bunun sonucunda da maalesef iktidar kadrolarını sağlamlaştırıyor ama olan halkımıza oluyor. İktidar sendikal uygulamada, yasada düzenlemeler yapıyor dönemdönem ama bizim mesela bakış açımız da çok net olduğumuz bir şey var, Erdal Başkan da onu bir arada dile getirdi zannediyorum, net olarak onlardan farkımız şu; sendika aidatının devlet eliyle değil, maaştan kesilmesi de değil, üyelerin elinden alınması taraftarıyız. Bu iletişimle ilgili biraz da. Dolayısıyla bunun önünü kesmek için, özellikle sarı sendikaların işlerini kolaylaştırmak için önce aidatların maaştan kesilmesini, ardından aidatların  devlet tarafından ödenmesini gündeme getirdiler. Daha sonra abuk bir şekilde sendika katkı payı altında toplu sözleşme ikramiyesi adı altında sendika, üyelerine sendika tazminat ödenmeye başladı. Uluslararası sözleşmeye aykırı bir durum bu. Çünkü burada bir eşitsizlik ve adaletsizlik söz konusu. Bunu niçin yapıyor? Kendi eliyle büyüttüğü, örgütlediği sarı sendikaların, yandaş sendikaların işlerini kolaylaştırmak için. Çünkü hem onlar aidat toplamada zorluklar yaşamayacaklar hem de çalışanları örgütleme anlamıyla onların işini kolaylaştıracak. Bu sendika tazminatı bir nevi öyle oldu ve diğer bir yönden net bir şekilde muhalif duran mücadele eden sendikaların önünü kesmek için  % 2 örgütlenme oranı koyarak engel olmaya başladı. Bunun mağdurları Birleşik Kamu-iş’te bazı sendikalar var, onlardan biri de Ɓüro İş sendikasıdır, %2 örgütlenme oranın altında düştüğümüz için maalesef toplu sözleşme kaynaklı sendika tazminatı alamıyoruz. Buna  karşıyız ama şöyle de bir durum var örgütlenme noktasında  ihtiyaç var. İnsanlar aylık 200 liraya 300 liraya tekabül eden bir şey için diğer sendikaya üye olabiliyor. Bunun zorluklarını örgütlenme noktasında biz yaşıyoruz. Bu örgütlenme anlamında bir engeldir maalesef. Dolayısıyla %2lik bir oranın konulmuş olması zaten kesinlikle mücadelenin de bir anlamda önünü kesmektir. Şimdi kamu çalışanlarının, tabii bizim alanda da birçok sıkıntı var, hem eşitsizlik hem de çalışanların ayrıştırılması noktasında. Bunlardan biri de 3.600 ek göstergedir. 3.600 ek göstergesini, bizim çalışma alanımızda, ciddi anlamda almayan bir kesim var. Yani Maliyede gelir uzmanları, adliyede müdürler alıyor, ama tabandaki ciddi büyük bir kitle olan kamu çalışanlarında 3600 ek gösterge alınamıyor. Bunu da  böl-yönet mantığıyla mı yapıyorlar, artık ekonomi mantığıyla mı yapıyorlar? Hepsini düşünmüş de olabilirler. Onların hinliğini biz çok da kestiremiyoruz maalesef. Vergi dilimi mevzusu var. Özellikle de kamu çalışanlarını kapsıyor. Vergi dilimine girme gibi birsıkıntımız söz konusu. Bu da hem ayrımcılığı körüklüyor hem de vergilerle zaten yüzdelik zamlarla verdiklerini geri almak için dahabüyük bir zemin hazırlamış oluyorlar.

Şimdi Cumhuriyet tarihinde, toparlamaya çalışıyorum, Cumhuriyet tarihinde ilk defa AKP  iktidarına nasip olanseyyanen zam verdiler. Bu seyyanen zamma özellikle değinmek istedim. Asgari ücrete yaklaşan memur maaşını biraz daha açmak açısından seyyanen zam verdi ama burada da başka bir mağduriyetlere sebep oldu: Seyyanen zammı verirken sadece çalışan kamu emekçilerine verdi arkadaşlar, diğer anlamda emekli memura vermedi.  Mesela seyyanen zamda çalışan memur emekli olduğunda seyyanen zamda, Muhteber Başkan’ın da dediği gibi, bizde ek ödemeler, birçok ek ödeme var, onlar düşecek, emekliliğimizde bir de seyyanen zam da düşecek, onun da dışında hesaplama yapılacak. Yani bu seyyanen zam bizim ne emekli maaşınıza ne de emekli ikramiyemize yansımayacak. Bu da var olan emeklileri mağdur etmesiyle beraber emekli olacak arkadaşları da mağdur edecektir ileride ciddi boyutta. Çünküemeklilikte  maaşın %60 lara varan düşüşü söz konusu olacaktır, arkadaşlar. Tabii bu uygulamalar, yapılan, çıkarılan kanunlar tamamen kadrolarını daha sağlamlaştırmak ve emekçi kesimin sırtına daha fazla yük yüklemek anlamıyla izledikleri politikalar olduğunu biz net olarak görüyoruz. Elbette ki de biliyoruz. Şimdi böyle baktığımızda da  elimizden gelebilecek ve bizim önümüzde hedef olarak duran tek şey varsa evet örgütlü mücadele. Şimdi sorunlarımızı kendi alanlarımızdan doğru değerlendiriyoruz Ben alanlara girsem ciddi boyutta her alanda başka sorunları var genel bakış açısında bütün sorunlarımızı çözmenin ve bir yol üzerinde devam etmemizin tek yolu evet devrimci sınıf sendikal mücadele doğrultusunda örgütlü mücadeleye devam etmemiz arkadaşlar. Dolayısıyla sendikal özgürlüğümüz de grevli toplu sözleşme hakkımızı da mali ve ekonomik sosyal haklarımızı da almanın yolu örgütlülükten geçiyor. Çok teşekkür ediyorum.

Özkan KUPLAY (Yönetici): Evet, ben teşekkür ederim Zübeyde Abla güzel değerlendirmelerin tespitlerin adına. Şöyle toparlarsak aslında yani biz sınıflar savaşı yaşıyoruz. Ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülenler olarak iki sınıfı var bildiğiniz gibi. Biz emekçi sınıfı temsil ediyoruz, dolayısıyla para babaları ya da işveren sınıfı. Tefeci- Bezirgân Sermaye ve Finans Kapital diye nitelendirdiğimiz egemen sınıf, her zaman tabii ki emekçi sınıfı sömürmek için elinden gelen her fırsatı değerlendirir. Varlık sebebi budur çünkü. Yani Anadolu’da bir söz vardır, deyim vardır: “Akrebin sokması kininden değil doğası gereğidir” diye. Bizim de doğamız direnmek, mücadele etmek, kendimizi daha az sömürtmek ve en nihayetinde sömürü sistemini ortadan kaldırmak. Yani artı değer sömürüsünü ortadan kaldırmak gibi bir mücadele hattımız var. Dolayısıyla toparlarsak bunu; kış kışlığını yaptığı gibi puşt da puştluğunu yapmaktan asla vazgeçmez. Parababaları her zaman sarı gangster sendikacılar aracılığıyla, medyasıyla, eğitim sistemiyle, sağlık sistemiyle, toplumun arasında huzursuzluk yaratabilecek her türlü argümanla bu toplumu uyuşturmaya kendi sömürü düzenini devam ettirmek için elinden geleni yapmaya devam eder. Yani bu durumu şöyle toparlarsak çözüm ne? anlamında görevlerimiz ne? anlamında toparlarsak; tek bir silahımız var o da direnmek ve örgütlü mücadelenin içerisine girmek. Fakat bu mücadeleyi de, her bir konuşmacı arkadaşımız da aslında değindi, ekonomik mücadelenin yanında siyasi mücadeleyi vermediğimiz anda bu ayağın birisi eksik kalır, topallayarak ilerlemek durumunda kalırız. Yani siyasi mücadeleyi eksik etmemek gerekir. Son olarak ben de şunu söylemek istiyorum; yani nasıl diyelim, biz bu toplumun bir parçasıyız, biz bu toplumuz, biz ülkeyiz, biz bu toprağız, biz halkız ama biz cehennemiz, biz cehennemi de yaşıyoruz maalesef. Bunun tek bir ilacı var, bu cehennemi cennete çevirmenin tek bir ilacı var; gerek siyasi gerek sendikal mücadelenin içerisine bir fiil girmek ve bunu yaşadığımız süre boyunca en üst noktalara taşıyabilmek olmalıdır diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum bütün konuşmacı arkadaşlarıma, yayında ekip yayın ekibi olarak arka planda görev yapan yoldaşlarıma, arkadaşlarıma çok çok teşekkürlerimi sunuyorum.

Erdal KOPAL (Nakliyat-İş Genel Sekreteri): Zamanımız varsa bir şey eklemek istiyorum…

Özkan Kuplay: Tabii ki tabii ki buyurun, buyurun.

Erdal KOPAL (Nakliyat-İş Genel Sekreteri): Son bir cümle eklemek istiyorum.

Özkan Kuplay: Evet lütfen buyurun.

Erdal KOPAL (Nakliyat-İş Genel Sekreteri): Konuşmacı arkadaşlar da çok güzel sorunlara değindiler. Mücadele yöntemlerini, bulunduğumuz alanlardaki mücadele yöntemlerini de ifade etmiş oldular. Gerçekten bu sömürü, soygun, vurgun düzeninin tam da böyle arşa ulaştığı bir dönemdeyiz. Cumhuriyet’in kazanımlarının yerle bir edildiği, Laik Cumhuriyet’in ortadan kaldırıldığı, yani böylesine karanlık bir dönemdeyiz. Bu dönemde, hemen her gün yolsuzlukların, vurgunların açığa çıktığına tanık oluyoruz. Biz bunu hak etmiyoruz. Biz bu güzelim ülkede insanca yaşamayı, insana yaraşır bir ücretle, çalışma koşullarıyla, kardeşçe yaşamayı hak ediyoruz. Bizim ülkemizi cehenneme çeviren Emperyalistleri ve onların işbirlikçilerini mutlaka geldikleri gibi göndereceğiz. Bu sömürü, soygun, vurgunlara son vereceğiz.

Bize her zaman umut veren, cesaret vatandır diyen Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut’un özellikle çok sevdiğim bir sözünü dile getirerek bitirmek istiyorum:

“Her ne kadar karanlık günlerden geçiyor olsak da umudumuzu yitirmeyeceğiz.”

Cesaret vatandır. Bize bu karanlık günleri yaşatan, bize varlık içinde yokluğu, yoksulluğu yaşatan ve halkımızın o çaresizlikler içinde intiharlarına, çocuklarımızın, gençlerimizin ölümüne sebep olanlardan mutlaka hesap soracağız. Çaresiz değiliz, mücadele edeceğiz. Bulunduğumuz her alanda cesaretle mücadele edenlerin safında olacağız.

“Kahrolsun emperyalizm!” diyemeyenlerin, kendi vatanına, ülkesine, halkına sahip çıkamayanların yanında değil, “Cesaret vatandır!” diyen, AKP iktidarının bütün hainliklerine, ihanetlerine karşı, Parababalarının sömürü düzenine karşı, davalarıyla, eylemleriyle, mücadelesiyle meydan okuyan, mücadele edenlerin safında ve yanında mücadele etmeye devam edeceğiz.

“Örgütsüz halk köle halktır, örgütlü halk yenilmez!” şiarıyla İşçi Sınıfımızı örgütlemeye ve her türlü engellemelere rağmen Devrimci Sınıf Sendikacılığı anlayışıyla cesaretle mücadele etmeye devam edeceğiz.

Teşekkür ediyorum. Herkese selamlar, saygılar sunuyorum.

Özkan KUPLAY (Yönetici): Teşekkür ederiz Erdal Başkanım. Evet Muhteber Abla, sen son söz olarak söz almak ister misin?

Dr. Muhteber ÇOLAK (İzmir Aile Hekimleri Derneği Başkanı): Çok teşekkür ediyorum. Sorun çok. Sağlıklı bir toplum, sağlıklı bir gelecek için sağlıklı gıdaya, sağlıklı suya erişmek sağlıklı çevrede yaşamak, iyi bir eğitim almak gerekir ki insanın sağlığı yerinde olsun. Yoksa bütün bunlar, yoksa karnı aç işçiyi, sağlıklı beslenemeyen, sağlıksız koşullarda yaşayan işçiyi biz doktorlar alemi Cihan olsak sağlığına kavuşturamayız. O yüzden, mücadele edip eşit ekmeği bölüşen herkesin gıdasının, yaşamının, geleceğinin güvencede olduğu bir toplum için mücadele edelim diyorum. Teşekkür ederim.

Özkan KUPLAY (Yönetici): Teşekkür ederiz Muhteber Abla. Nesibe Hocam siz söz almak ister misiniz?

Nesibe GENÇER (Eğitim ve Bilim Emekçisi): Evet, ben de son söz olarak laiklik olmadan özgürlük demokrasi bilim de olamaz. Bu nedenle parasız, laik, demokratik, kamusal bir eğitim için mücadeleyi en üst noktada yükseltelim diyorum. Teşekkür ederim.

Özkan KUPLAY (Yönetici): Teşekkür ederiz iyi dilekleriniz için. Zübeyde Abla sen son söz almak ister misin? Sesiniz kapalı. Buyurun.

Zübeyde AYDIN (Büro-İş Bursa Şube Sekreteri): Teşekkür ediyorum arkadaşlar. Bütün arkadaşların da ağzına sağlık. Çok değerli bir program oldu diye düşünüyorum. Sağ olun.

Özkan KUPLAY (Yönetici): Evet tarihe not düşmüş olduk bu programda da. Yani biz emekçiler için mücadele edeceğiz. Başka bir silahımız yok. Teşekkür ederiz, hem değerlendirmeleriniz hem iyi niyetleriniz hem de umutlarınız için. Sağ olun, var olun! Kalın sağlıcakla diyorum ve programı sonlandırıyorum arkadaşlar. Hoşçakalın. Herkese iyi akşamlar. Teşekkürler.

Sosyal Medyada Paylaşın: