AKP’nin Eğitimi dincileştirme ve piyasa koşullarına uydurma politikalarına bir yenisi daha eklendi! “Yerli ve Milli Öğretmen Devri!”

AKP’nin Eğitimi dincileştirme ve piyasa koşullarına uydurma politikalarına bir yenisi daha eklendi! “Yerli ve Milli Öğretmen Devri!”

MEB’in hazırladığı ‘Öğretmen Strateji Belgesi’nde yer alan ve öğretmenin performansını ölçmeye yönelik sözüm ona değerlendirme formu tam da AKP’nin din toplumunu inşa ederken nasıl bir öğretmen yaratmak istediğiyle yakından ilgili. Öğretmenliği performansa indirgeyen bu anlayış, onu şirketleşmiş bir eğitimin parçası konumuna indirgiyor.

Eğitim sistemimiz, bu iktidar döneminde hiç olmadığı kadar erozyona uğradı. Neoliberal gerici politikalarını toplumun her alanında uygulamaya koyan AKP’giller, piyasacı-gerici-dinci bir gündemi eğitim sisteminin kalbine yerleştirdi.
Laik, bilimsel eğitimden alabildiğine kopuş 4+4+4 düzenlemesiyle hız kazandı. Aslında bu yeni bir din toplumu yaratmanın önemli bir adımıydı. Adına “Yeni Türkiye” denen bir rejim, AKP tarafından kamuoyuna duyuruluyordu. Dönemin Başbakanı R. T. Erdoğan, İstanbul’da yaptığı bir konuşmada:
“ Dininin, dilinin, beyninin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik istiyorum” derken, dindar ve kindar gençlik bir gençlik arzu ettiklerini açıklıyordu.
İktidara geldikleri günden bu yana laiklik karşıtı eylemleriyle Türkiye’yi Ortaçağ dönemine taşıyan bu karanlık zihniyet, en büyük tahribatı eğitimde yarattı. Cumhuriyetimizin tüm aydınlanmacı kazanımlarını kaybettik. Okullarımız Peşaver medreselerinden farksız hale getirildi. 2017-2018 eğitim-öğretim yılında, Ortaçağcı ve dogmatik eğitim için çok önemli bir engel oluşturan evrim kuramı ve Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş savaşımızın önderi Mustafa Kemal ve Silah arkadaşları ile ilgili her şey eğitim programından çıkarılarak, dinci saldırının son hamlesi de hayata geçirildi. Programın içeriğinde “cihad” kavramına yer verilerek, öğrencilerimizin din adına savaşan “mücahitler”e dönüştürülmesi amaçlandı. Okullarımız, savaşın hem lojistik hem de ideolojik merkezlerine çevrilmiş durumda.
AKP’nin emperyalizm ile uyumlu politikaları dincilik ve piyasacılığın ne kadar iç içe geçtiğinin net bir örneğidir. 4+4+4 kesintili eğitim modeli ile çocuklarımız bir yandan sermaye için ucuz iş gücü haline getirilirken, diğer yanda ise kız çocuklarının okuldan koparılarak erken yaşta evlenmelerinin önü açılmış oldu.
Özel okullarda okuyacak öğrencilere “Eğitim ve Öğretim Desteği” adı altında yapılan ödemeler, yoksul-emekçi çocuklarının parasız ve eşit eğitim alma haklarının gasp edilmesinden başka bir şey değildir. Üstelik laik eğitim talep edenlerin bunu devlet okullarında bulması imkansız hale geldi.
Madalyonun diğer yüzünde; anayasada teminat altına alınmış olan “laikliğin” artık piyasada satın alınabilir bir metaya dönüştüğünü görüyoruz. Okullarımız TÜRGEV, ENSAR gibi merdiven altı tabir edilecek dinci vakıflara peşkeş çekilirken, demokratik eğitim mücadelesinde “laikliği” tekrar yaşatmak zorundayız.
“Makbul Öğretmen olmayacağız!”
Çocuk ve gençlerimizi ümmet olarak yetiştirmeyi hedefleyen MEB, öğretmeni de bu formata uygun hale dönüştürmeyi amaçlıyor.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, demokrasi ve insan hakları gibi çağdaş değerlerin bir kenara itildiği ‘Öğretmen Strateji Belgesi’nde öğretmen, piyasa şartlarına göre istihdam edilecek bir eleman konumuna indirgenmiş durumda. 
Başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere 12 ilde başlatılan pilot uygulama ile öğretmen bu sakat anlayışa kurban edilmek isteniyor.
MEB öğretmen yeterliliklerini ölçme kriterlerini hazırlarken, yaratılmak istenen Ortaçağcı toplum düzeni ve bu düzene ayak uydurması beklenen öğretmeni hedeflemiş.
Müdür, öğretmen, veli, zümre öğretmen ile öğrencisi tarafından değerlendirilerek öğretmenin “Milli ve Manevi Değerlere” (tabii AKP’nin çizdiği sınırlarda değersizlik) uygunluğu test edilmeye çalışılıyor.
Oysa “Ahlak, Değer” gibi kavramlar hayatla ilişkilidir. Ve sınırları evrensel değerlerle iç içedir. AKP’gillerin çizmeye çalıştığı sınırlarla ölçülemez.
Bir yandan öğretmenliği piyasa ihtiyaçlarına göre şekillendirmeyi amaçlayan sözüm ona “performans değerlendirmesi” ile kapitalist sömürü dünyası memnun edilirken, diğer yandan öğretmenlerin AKP’gillerin gerici hedeflerini uygulayan; fikri, irfanı, vicdanı esaret altına alınmış; sayıları binleri bulan “EBS’li köleler”e dönüştürülmesi hedefleniyor.
Üstelik iktidarın yandaş müdürleri ne teorik alanda ne de pratikte öğretmenleri değerlendirme kapasitesine sahip değildir.
Anti-demokratik ölçütlerle dolu bu çalışma, hem öğrencilerin hem de kamunun nitelikli eğitim alma hakkının ihlali anlamını taşıyor. Bu çalışma, AKP’giller tarafından adım adım yok edilen öğretmenlik mesleğinin statüsü ve onuruna son darbeyi vuruyor!
Ancak şu da bilinsin ki, öğretmeni gerici-dinci formata sokmak isteyen ortaçağcı zihniyete karşı;
Laik, bilimsel eğitimden vazgeçmeyen, bu alanda ilkelerini hem sınıfında hem de dışarıda
yüksek sesle haykıran devrimci yurtsever öğretmenler olarak,
AKP’nin istediği “Makbul Öğretmen” olmayacağız!
Laik-Demokratik toplumun inşasında yapı taşı görevini taşıyan bizler;
Cihatçı-fetihçi-ganimetçi-piyasacı bir eğitimi değil;
Akılcı, bilimi esas alan evrensel değerlerin yer aldığı kamusal bir eğitim modeli talep ediyor ve bunun için mücadele ediyoruz.
Öğretmen kimliğinin oluşumunda bizlere dayatılanı kabul etmiyoruz! Çünkü öğretmen demek;
Kendi kontrol mekanizmasını geliştirmiş, eğitim öğretimde söz sahibi, sosyal adalet, eşitlik ve özgürlüğü yaymak için çalışan politik bir lider olmak demektir.
Kültür işçisidir, öğretmen.
TÖS’ün, TÖB-DER’in devamcıları olan bizler,
Laik-Bilimsel-Demokratik eğitim için;
“Emperyalist, Gerici, Şoven Eğitime Son” diyoruz.
Eğitim kamusal bir haktır. Ve bugün işgal altındadır.
İşgale karşı direnmek ise meşru müdafaadır.
Bizler; okullarımızın bu yasa dışı işgaline karşı direnmenin görevimiz olduğuna inanıyoruz. Yürütülen işgal politikasını reddediyoruz.
Dinci-piyasacı diktatörlüğe karşı; laik, bilimsel, kamusal ve çağdaş değerlerin yaşatıldığı öğretmen-veli-öğrenci dayanışmasıyla yeni bir barikat kuruyoruz.
Türkiye, artık Kurtuluş Savaşı’ndaki işgal yıllarına geri dönmüştür.
Mustafa Kemal’in 1922 yılında Sakarya Savaşı’nda söylediği “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” sözü bizim için geçerlidir. 04.11.2017

Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri

Sosyal Medyada Paylaşın: