Genel Kurulumuz Ankara’nın göbeğinde 5 yıldızlı bir otelde gerçekleştirildi. Eğitim İş üyeleri elbette ki rahat ettirilmelidir. Her bir üyemiz bunu sonuna kadar hak etmektedir. Ancak bu kadar israfa gerek var mıydı, diye sormaktan da kendimizi alamıyoruz doğrusu. Sendikal mücadele bir anlamda tutumluluk mücadelesidir. Sendikanın kaynakları sadece 309 delegeye ait, onların hizmetinde değildir. Bu kaynaklar sendikamız bünyesindeki yaklaşık 50 bin üyenin hizmetinde olmalıdır. AKP Diktatörlüğünün haksız ve hukuksuz biçimde işinden ettiği, Feto’yla uzaktan yakından ilişkisi olmadığı gün gibi ortada olan üyelerimize iki kuruş maddi yardım yapmaktan imtina eden eski yönetim, Genel Kurulu 5 yıldızlı otelde yaparak sanıyoruz günah çıkarmak istemiştir. Şurası unutulmamalıdır ki sendikal mücadelede savurganlık, örgütün direngenliğini, mücadeleciliğini kesinlikle olumsuz etkiler. O bakımdan biz, daha mütevazı şartlarda yapılabilecek bu Genel Kurulun bu biçimde yapılmasını doğru bulmuyoruz.
Bildiğimiz gibi Genel Kurulda bizim dışımızda 2 liste yarıştı. Bunlarla birlikte yönetime talip olan bağımsız adaylar da vardı.
Bu 2 listeden biri, kendilerine “Yol Arkadaşları” ismini vermiş olan ve ağırlıklı olarak eski yönetim kadrosundan oluşan gruptu. Bu grup, yine bildiğimiz gibi, Türkiye 15 Temmuz sonrası AKP Faşizmiyle cebelleşirken, sanki kamu emekçilerinin tek derdi buymuş gibi iki arada bir derede geçtiğimiz Ekim ayında gerçekleştirilen Olağanüstü Genel Kurul öncesi Genel Başkan olan Veli Demir tarafından da destekleniyordu. Bilindiği gibi, sendika kaynaklarını ziyan etmenin dışında başka bir işlev taşımayan Olağanüstü Genel Kurul, delegasyona dayatma biçiminde, “sendika sizin mi olacak bizim mi” çekişmesi üzerinden şekillenmişti.
Diğer liste ise, sendikadaki tek hedef olarak mevcut yönetimi devirmeyi önlerine koyan, kendilerini “Hazirancılar” ya da Genel Kuruldaki isimleriyle “Cesur Yönetim-Etkili Sendika” olarak nitelendiren gruptu.
Konuşmalara geçilmeden önce, gelenek olduğu üzere sinevizyon gösterimi yapıldı. Bu gösterim dahi sendikamızda gerçek demokrasinin olmadığının bir göstergesiydi. İzleyenlerin anımsayacakları gibi, görüntülerin büyük bir çoğunluğunda başrol eski Genel Başkan Mehmet Balık’a verilmişti. Sinevizyonda dikkat çeken diğer önemli bir nokta da 2016 1 Mayıs’ındaki Taksim eylemimize ilişkin hiç bir görüntünün yer almamış olmasıydı. Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri adına konuşan İlhami Danacı yoldaş ise bu durumu şöyle dile getirdi:
“Peki, Eğitim İş’in tarihinde, en azından yakın tarihinde daha militan bir eylem yok mudur, arkadaşlar?
“Vardır. Ve ben onu sinevizyonda görmek isterdim.
“Nedir o?
“2016 1 Mayısı’dır, arkadaşlar. O 1 Mayıs’ta polisle mücadele etmedik mi biz? Kaçak Saraylı Reis’in AKP Faşizminin polisiyle mücadele etmedik mi? Niye yok bu sinevizyonda, arkadaşlar?
“Ben size söyleyeyim niye yok olduğunu: Çünkü Taksim konusunda bu sendikanın bir açmazı vardır. Bu sendikanın bir 1 Mayıs politikası yoktur. 2016 yılında Taksim’e giden irade, 2017’de ne değişti de başka yerlere gitti? Bunun cevabının verilmesi gerekir.”
“Yol Arkadaşları” adına konuşan arkadaşlar bir tek doğru dürüst merkezi karar ile sokak eylemi yapılmayan bir dönemi uzun uzun, ne kadar mücadeleci bir şekilde geçirdiğimizi, bir bürokrat edasıyla, muhtemelen kendileri de inanmayarak, heyecansız biçimde anlattılar, salondaki delegeleri ve misafirleri buna inandırmaya çalıştılar. Hele bir önceki Genel Başkan Mehmet Balık’ın uzun konuşması tam anlamıyla bir kara mizah örneğiydi. Sendikamızın resmi internet sitesinde yer alan Genel Kurul haberinde Balık’ın konuşması şu şekilde özetlenmiş:
“Sinevizyon gösterisinin izlenmesinin ardından Genel Başkanımız Mehmet Balık açılış konuşmasını yaptı. 2005 yılında yeniden açılan Eğitim-İş’in, 12 yılda laik, demokratik, bilimsel eğitim konusunda ve eğitim emekçilerinin sorunlarını dile getirme konusunda ülkenin çağdaş, demokratik, cumhuriyetçi kamuoyunun “Eğitim-İş ne diyor” diye gözünü çevirdiği yegâne emek örgütü olduğunu vurgulayan Balık, “Eğitim-İş, laik demokratik çağdaş kamuoyunun kutup yıldızıdır.”
Eski Genel Başkan Mehmet Balık, sanıyoruz olanları değil de gönlünden geçenleri ifade etti. Ama ne yazık ki temenniyle gerçeklik arasında derin bir uçurum bulunmaktadır. Eğitim İş’in ne yakın zamandaki ne de geçmişteki yönetim kadroları Balık’ın ifade ettiği gibi sendikamızı bir “kutup yıldızı” haline getirememiştir. Gerçekler inatçıdır ve ne yazık ki kendilerini kabul ettirmek dışında insanlara başka bir seçenek bırakmazlar…
“Yol Arkadaşları”na göre kendilerini daha “sol”da konumlandıran “Cesur” ve “Etkili” arkadaşlar da yaptıkları konuşmalarla aslında diğerlerinden çok da farklarının olmadığını gösterdiler. Bu “solcu”, “devrimci” arkadaşların konuşmalarında ve dağıttıkları broşürlerde sendika içindeki kısır tartışmaların dışında pek de bir şey göremedik. Bir ABD-AB Emperyalizmi yoktu. Onların yerli işbirlikçileri olan AKP’giller eleştirisi yoktu. Devrimci sınıf sendikacılığının nasıl hayata geçirileceğine ilişkin öneriler yoktu.
Şunu belirtmeden geçmeyelim:
“Haziran” grubunun homojen bir yapı olmadığını, diğerleriyle kıyaslandığında bünyesinde kimi ileri unsurlar barındırdığını biliyoruz. Ancak ne yazık ki bu unsurlar azınlıkta kalmaktadır. Her şeyin ötesinde bu birliktelik ilkesiz, geçici ve sadece mevcut yönetime alternatif olmaya çalışan bir bakış açısına sahiptir.
Bu birlikteliğin ilkesizliğine verilecek en somut örnek, hem “Yol Arkadaşları” grubunun hem de “Haziran” grubunun İP’lilerle (Gerçek Vatan Partisi 1957’de kapatılmıştır) kafa sayısı üzerinden pazarlık görüşmelerine girişmeleridir. Genel kurul öncesinde her iki grup tarafından da “kesinlikle sendikadan yalıtılmalılardır” denilen bu unsurlar, kaderin bir cilvesi olarak az ama belirleyici delege sayısına sahip olduğu zaman her iki grup nezdinde de pazarlığın bir tarafı haline geldiler. Unutulmamalıdır ki sendikal mücadele kafa sayısı, delege sayısı ya da oy sayısı üzerinden değil ilkeler üzerinden yürütülür. İttifakların temelinde nicelik hesapları değil, ilkesel düzeyde nitelik kaygıları olmalıdır. Geçelim…
Genel Kurul devam ederken bir aşamada kendimizi Odalar ve Borsalar Birliğinin bir toplantısındaymışız gibi hissettik. Atama bekleyen 450 bin öğretmen varken, ataması yapılmadığı için intihar eden meslektaşlarımızın sayısı 50’yi geçmişken, halihazırda çalışan meslektaşlarımız binbir türlü sıkıntıyla boğuşurken yaklaşık 3 saat boyunca sendikaya “borçlanma yetkisi” verilip verilmemesini tartıştık… Üye aidatlarının şubelerce faize yatırılması gerektiğini hiçbir rahatsızlık duymadan kürsüden söyleyen arkadaşlar, değme borsacılara nasıl da taş çıkaracaklarını kanıtlamış oldular.
Genel Kurulun en ilginç enstantanelerinden biri de, kürsüye çıkan bazı arkadaşların kimin daha çok “solcu”, kimin daha çok “devrimci” olduğunu anlatmalarıydı. Trajikomik bir hikayeyi dinler gibi, bazen acı acı gülümseyerek dinlediğimiz bu konuşmalarda konuşmacılar ellerine solculuk-devrimcilik kantarını aldılar, kimin kaç okka solcu, kaç okka devrimci olduğunu ölçmeye kalkıştılar.
Hangi kriterlere göre ölçmeye kalktılar?
Bilmiyoruz, biz anlamadık…
O halde biz, kendi anladığımız manada devrimciliğin-solculuğun asgari düzeydeki kriterlerini söyleyelim:
Bugünün koşullarında devrimci-solcu olmak kayıtsız şartsız antiemperyalist olmayı gerektirir. ABD-AB Emperyalistlerine, onların projeleri olan “Yeni Sevr” ya da “BOP”a karşı olmayı gerektirir. Bunları teşhir etmeyi, bunlara karşı mücadele etmeyi gerektirir.
Aynı zamanda antifeodal olmayı gerektirir. Bugünkü AKP Diktatörlüğünün sınıfsal temeli olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfına karşı olmayı, onları teşhir etmeyi, onlarla mücadele etmeyi gerektirir.
Ve antişovenist olmayı gerektirir. Halkların kardeşliği şiarını ilke edinmeyi gerektirir. Ülkemiz topraklarında da Kürt Meselesinin her iki halkın çıkarına dayanan devrimci çözümünü savunmayı gerektirir.
Kongrede ellerindeki bozuk kantarla devrimcilik-solculuk ölüçümü yapmaya girişen arkadaşların bunlardan bahsettiklerini hiç duymadık…
Oysa biz, Antiemperyalist olmanın ABD-AB Emperyalizminin saldırılarına karşı alanlarda olmak anlamına geldiğini; Yunanistan tarfından fiilen işgal edilen 18 adamızla ilgili eylem yapmak anlamına geldiğini ifade ettik. Antifeodal olmanın, Ortaçağcılaştırılan eğitimimiz için sendikamızın önderliğinde kardeş örgütlerle birlikte ivmesi yükselen eylemler gerçekleştirmek anlamına geldiğini vurguladık.
Tüm bunlardan bahsetmek bir yana; cansız, sönük, bir bürokratlar toplantısını andıran Genel Kurulda sloganlar attığımız zaman ellerindeki kantarı bir kenara bırakıp birden aslına rücu eden arkadaşlar “burası slogan atma yeri değil” dediler. Güler misiniz, ağlar mısınız…
“Yol Arkadaşları” ve “Haziran” grubu delege sayısında yenişemeyince düğümü yukarıda da bahsettiğimiz gibi İP’liler çözdü ve sonuçta yeni bir MYK ortaya çıktı.
Unutulmamalıdır ki şu ana kadar yaptığımız eleştirilerin hiçbiri kişilere yönelik eleştiriler değildir. Bizim işimiz kişilerle değil, anlayışlarladır. Bu çerçevede MYK’ya seçilen arkadaşlar alınmasın ama ortaya çıkan tablo olumlu bir tablo değildir. Seçilen MYK’da elbette diğerlerine göre daha olumlu bulduğumuz arkadaşlar vardır. Ancak bu yapısıyla yeni seçilen Eğitim İş MYK’sı ölü doğmuş bir MYK’dır. İlerleyen süreçlerde de alttan yedeklerin gelmesi için istifa ettirme yöntemleri de dahil olmak üzere birçok garabet bizleri beklemektedir. Ve belki de en son noktada yeni bir Olağanüstü Genel Kurul…
Yaratılan bu tablo örgütü yoran, muhtemel bir Olağanüstü Genel Kurulla örgütün mali kaynaklarını boşa harcamasına neden olacak bir tablodur. Kamu emekçilerinin mücadelede önderliğe en çok ihtiyaç duyduğu şu zamanlarda örgüt yine bölünmüştür ve çalışamaz durumdaki bir MYK tarafından yönetilecektir. Bu tablonun sorumluları, örgütün bu hale gelmesine yol açanlar, bir 3 yıl daha örgütün mücadele potansiyeline ambargo koyanlar yukarıda bahsettiğimiz pazarlıkların bütün taraflarıdır.
Biz Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri olarak Eğitim İş 5. Olağan Genel Kuruluna heyecan kattık. Broşürlerimizle, sosyal medya payşaşımlarımızla, kürsüdeki konuşmalarımızla Devrimci Sınıf Sendikacılığını anlattık. Derdimizin oy olmadığını, önemli olan şeyin Türkiye’nin hızla parçalanmaya gittiği bu süreçte kamu emekçileri cephesinden de bu gidişe karşı mücadele edilmesi gerektiği olduğunu ifade ettik.
Kongre sürecinin başından sonuna kadar Devrimci Sınıf Sendikacılığı ilkelerini ortaya koyduk. Kongre boyunca dillerden düşmeyen “sınıf sendikacılığı”nı söylemde değil, eylemlerimizle gösterdik.
Bir örnek mi?
Üyelerinin yarısından fazlasını kadınların oluşturduğu sendikamızda, “Yaşamın Yarısı Kadınlarsa, Mücadelenin Yarısı da Onlar Olmalıdır” şiarını yalnızca biz hayata geçirdik oluşturduğumuz genel kurul listelerimizde. 7 kişilik MYK listesi için 4, tüm kurullar içinse toplamda 9 kadın yoldaşımızı aday gösterdik. Kadın vurgusunu dillerinden düşürmeyen diğer grupların bunda dahi içtenlikli olamadıkları, listelerdeki dağılımlardan somutça görülebilmekteydi.
Bu gerçekliği de, Malatya’da büyük bir özveriyle çalışan, oradaki örgütlenmeyi yeşerten, büyüten daha sonrasında ise ancak organize bir suç örgütü tarafından gerçekleştirilebilecek bir kumpasla o dönemki yönetim tarafından yönetimden uzaklaştırılan Öznur Açıl Yoldaşımız şu şekilde dile getirdi:
“Dünden beri pek çok sorun hakkında konuşuldu. Ben de Türkiye’mizde ve özellikle sendikamızda yaşanan bir sorun hakkında konuşmak istiyorum: Kadın sorunu…
“Arkadaşlarımız bazı sorunlarını anlatırken, bazı hikayelerden ve vecizelerden yola çıktılar. Ben de gerçek yaşanan bir olaydan yola çıkmak istiyorum.
“2013-2015 tarihleri arasında temsilcilik sekreteri olarak Malatya’da görev yaptım. Malatya gibi bir yerde, Doğuda sendikacılığın ne kadar zor olduğunu tahmin edersiniz.
“Yönetime geldiğimizde 60 küsurlu sayılardaydık. 2015 Mayısında “devretmek zorunda bırakıldığımızda”, sendikamızda Türkiye genelinde büyüme oranı yüzde 6 iken, Malatya’da yüzde 400’e yaklaşıyordu. (…)
“Yönetimdeyken pek çoğunuzun “Doğunun Kardelenleri” diye hitap ettiği iki kişiden biriyim. Bu ülkede kadın olarak sendikacılık yapmak gerçekten çok zor. Erkek yöneticilerin yanlışlarını yüzlerine vurursanız, onların yanlışlarıyla da mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz. “Elinizin hamuruyla erkek işine karışmış” oluyorsunuz çünkü.
“Ama en acısı, rakip sendikalar tarafından her türlü aşağılamaya, her türlü karalamaya maruz kalabiliriz, bunu çok iyi anlıyoruz zaten. Ya kendi arkadaşlarımız tarafından bunlara maruz kalıyorsak? Eylemlerde, mücadelelerde kol kola olmamız gereken insanlar tarafından maruz bırakılıyorsak?
“Örnek mi istiyorsunuz?
“Ben İzmirliyim, Malatya’da yaşıyorum. “İki Batılı mı sendikayı yönetecek?” “İki kadın mı sendikayı yönetecek?” söylemlerine maruz kaldık. Sendikamıza gelindi, “Bu tekneyi ben kurdum, kimseye yedirmem.”, dendi. Sayamayacağım hakaretlere uğradık. Üstümüze yüründü. “Şimdi MYK’ya aday olan arkadışımız diyor ki “Birlik olacağız, dirlik olacağız”, öyle mi?
“Peki o zaman neredeydiniz?”
Genel Kurul kürsüsünü kullanan yoldaşlarımız Gülden Yuva, Elif Yıldız, Işık Kayaselçuk, Cemal Akyürek ve Ercan Sarıoğlu da Türkiye’mizin ve sendikamızın en can yakıcı sorunlarını dile getirdiler. Yoldaşlarımız Laik Eğitim ve Emeğe Saygı Yürüyüşünden yargılanan üyelerimizin aranarak korkutulması ve “hükmün geri bırakılması”nı istemeleri için ikna edilmeye çalışılmalarının korkakça bir tavır olduğunu dile getirdiler. Sendikada kurumsallaşmanın hayata geçirilemediği ve sorunların burjuvazinin mahkemelerine havale edildiği de arkadaşlarımızın üzerinde durduğu konular arasındaydı.
Son söz olarak da şunları ifade edelim:
Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri hiçbir zaman başarıyı alınan oya tahvil etmez. Bizim için başarı; kamu emekçilerinin ekonomik, demokratik ve özlük haklarını, devrimci sınıf sendikacılığı ilkelerinden taviz vermeden, kararlıca savunacak bir sendika yaratma yolunda bir adım daha atmaktır. 5. Olağan Genel Kurulda da bu adımı attığımızı düşünüyoruz. Bu adımlarımız büyüyecek, eninde sonunda sesimiz çok daha fazla kamu emekçisine ulaşacaktır. Bundan hiçbir kuşku duymuyoruz…