Doğum günün kutlu olsun…

Doğum günün kutlu olsun…

 

Serin bir sonbahar günüydü… Gelişini düğün dernek kutladık. Işığımız, soluğumuz oldun. Adın adımız oldu, seni korumaya andlar içtik, adına destanlar söyledik, şiirler yazdık.
Sen bana emanetsin. Seni öyle sıradan bir çocuk büyütür gibi değil, pamuklara sarıp sarmalayarak, gözümden bile sakınırcasına büyüttüm, hatta benden daha çok seveni kıskanırcasına koruyup kolladım. Çünkü sana bir şey olursa yaşayamazdım. Benliğimi, bilincimi kaybederdim ve bir daha hiç doğmamak üzere batardı güneşim…
Aradan yıllar geçti… Çok zor zamanlar geçirdik. Gün oldu aç susuz kaldık, yoksulluğa, hastalığa ve hatta ölüme direndik. Sen küçücük bir tohumdun ama, kökün derinlerdeydi, güçlüydün, arkanda da ben vardım. O yüzden her zorluktan güçlenerek çıktın, yılmadın.
Geçmişin acı tecrübelerle dolu. Sana “evlat” diyenler celladın olmuştu aslında. Seni korumak isteyen neferleri ise “vatan haini” ilan ettiler. 6 Mayıs 1972 ‘de senin 3 fidanını darağacına gönderdiler. Deniz, İstiklal Madalyası almış bir dedenin torunuydu ve Yusuf senin bağrında yetişmiş bir ozanın, Aşık Veysel’in “Uzun ince Bir Yoldayım” türküsünü söyledi idama gitmeden bir gece önce, neredeyse tüm gece… 1977’de kanlı 1 Mayıs’a, 1980’de insanı insan olmaktan utandıran 12 Eylül’e tanıklık ettin. 2 Temmuz 1993’te, Çorum ve Maraş’taki filmi yeniden sahneye koydular ve senin bağrından, Anadolu’dan yetişmiş 33 canımızı diri diri yakarak aldılar aramızdan.
Ama dedim ya, kökün derinlerdeydi; bir çınar misali büyüdün, serpildin. Her 29 Ekim’de tazelendin, çiçek açtın rengarenk. Sana en çok kırmızıyı yakıştırdım. Acıyla, sevinçle, hınçla öfkeyle yıllar yılları kovaladı… Yirmi birinci yüzyılda da yine karanlık günler bizi karşıladı. Doymadılar kana… 19 Aralık 2000’de “Hayata Dönüş Operasyonu”yla bir kez daha sahne alan sözde iyi niyet elçileri, ölüm orucu sürecinde bir katliam daha yarattılar. F tipi ceza evi karşıtı mahkumları “hayata bağlamak için” atılan gaz bombaları, 38 dakikada insanı öldürmeye yetiyordu. Payımıza yine ölüm, kan ve gözyaşı düştü… Öldürdüler, sakat bıraktılar, diri diri yaktılar… Ama öyle ya, “ölüm toplasa da çiçekleri, çiçekte tohum biter mi?”
Tabii çiçekleri koparanlar, ayrık otu tohumları atıyordu diğer taraftan. Bu otları besliyor, büyütüyorlardı. “Zaman” yazıyordu Taksim’in göbeğinden geçen tüm belediye otobüslerinde, Kutlu doğum Haftası etkinliklerinde öğrenci yurtlarında karanfiller dağıtılıyor, Amerika şaklabanı Gülen’in videoları eşliğinde ayinler yapılıyor, buralardan yetişen örümcek beyinliler de el altından devlet kadrolarına atanıyor ve kuşatıyordu seni dört bir yandan. Bu yıllar yılı sürdü gitti… Her ne olduysa oldu, “zaman”la hasret arttı tabii. Birbirine sarmaşıklar gibi dolaşan iktidar ve uzantısı cemaat, ayran içti ayrı düştü. Önce ayak yaptılar, “özledik seni gel artık” dediler, oyalı mendillerle sildiler gözlerinden süzülürcesine akan yaşları. Baktılar yemiyor, “Gülen” dönmüyor, başladılar kavgaya. Kimin eli kimin cebinde belli değil.. Bir zamanlar peygamber ilan edilen cemaat lideriyle beraber değişik değişik pozlarla hatıra fotoğrafı çektiren yüzler, pişmanlık naraları atıyordu ilerleyen zamanlarda. “Hata yaptık” diyerek günah çıkartıyorlardı pişkin pişkin. Sıcak bir yaz gecesiydi… Kendi elleriyle besleyip büyüttükleri teröristler, sözde “15 Temmuz Darbesi”ni gerçekleştir(eme)diler, bu kanlı geceye birileri “Şanlı Gece” dedi, ve ardından aylarca süren OHAL günleri…
Şimdilerde ise seni kökünden kazımayı başaramayanlar, koca bir orduyla, ellerinde baltalarla dallarını kırıyor, yaralar açıyorlar koca gövdende. Yara almış bedenini kurtlar kemiriyor… Kök saldığın cennet vatanım, en az üç parçaya bölünmek isteniyor.
Bunlar katil! Önce demokrasiyi öldürüp sonra da mezarını kazıp gömdüler. Şimdi öksüz kaldın CUMHURİYET!!! Adını bile taşımaktan utananlar, Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili sözlerine “iki ayyaş” diye başlayanlar, “Cumhurun Reisi” sıfatını ne zamandan beri hak eder oldu?
1923 senesiydi. Serin bir sonbahar günüydü…. “Hakimiyet, bilakaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir.” İlanıyla doğmuştun. Doğuşun 101 pare top atışıyla, coşkuyla kutlanmıştı.
Ben HALKIM.Yine bir 29 EKİM sabahı, sana sahip çıkan “ötekiler” olarak, içim buruk, hüzünle kutlayacağım bu günü. Şimdilerde sesim kısık, gözüm yaşlı…
…………………………………………………….
-Doğum Günün Kutlu Olsun Cumhuriyet…
-Duyuyor musun?
………………………………………………….

 

Halkçı Kamu Emekçileri

Sosyal Medyada Paylaşın:

Mobil Sürüme Geç